Lefkoşa

Yayın Tarihi: 18/02/13 07:00
okuma süresi: 6 dak.
A- A A+

Geçen gün hiç alışkanlığım olmadığı halde oturup öğleden sonra televizyon seyrettim. Sevgili dostum Hasan Hastürer'in gazeteci Ali Tekman ile sunduğu programa rastgeldim. Çocukluğumun, gençliğimin büyük bölümünün geçtiği Girne Kapısında yapıyorlardı programı. Tabii ki konu eski Lefkoşa, ve şu an güzelim, gizemli Lefkoşamızın içerisinde bulunduğu hazin durum.

Dr. Küçük'ün heykeli önünde biraz konulara değindikten sonra, ikili Kemal'in sandviç büfesine gidip çocukluk arkadaşım sevgili Kemal ile sohbet ettiler. Girne Kapısını konuşmak için daha iyi, daha uzman birini zor bulurlardı. Çünkü sevgili Kemal ta küçüklüğünden beri, 40 yılı aşkın süreden beri aynı yerde baba mesleğini icra etmektedir. Arabası ile sandöviç içini başlatan babası Talat abi birkaç yıldan beri bayrağı ona devredip emekliye ayrıldı.

Talat abi, Hastürer, Tekman ve Kemal'in bahsettiği Lozan Otobüs Şirketinin yanından geçip girilen Mevlevi Tekke Sokaktaki evimizin karşısında bir dükkan kiralamıştı. Sevgili Tahsin Ertuğruloğlu'nun evinin altındaki dükkan. Talat Abi her gün sabahları oraya geli hazırlığını yapar ve arabasıyla Girne kapısına yönelirdi. Gece geç vakit içini bitirince de Kemal'le birlikte tekrar dükkana döner, temizliğini yapar ve evine dönerdi. Onların işlerini yapmasını karşıdan zevkten dörtköşe seyreder, bazen de dükkana gidip onlarla sohbet ederdim. Üç yıl önce tatil için Kıbrıs'a gittiğimde her zamanki gibi sokağımızı ziyaret etmiştim. Sokağın girişinde Talat abi bir arkadaşı eski günleri, sokağımızın eski insanlarını konuşuyordu. "Afet aba da burda otururdu Talat abi" diye konuşmalarına katıldım. Arkası döük olduğundan beni görmemişti. Sarılıp hasret giderdik.

Programı izlerken, bir film şeriti gibi gözlerimin önünden çok şeyler geçti, ve sonuna kadar nostaljik duygularla ve nemli gözlerle bu değerli insanların Lefkoşa'ya ağıtlarını dinledim. Saray Önünden fazla, Lefkoşa'nın atar damarı olan bu meydanda nelere şahit olmadık, ne anılar geride bırakmadık ki?

Cumartesi günleri sandöviçlerimizi Talat abiden alarak kalabalık gruplar halinde Şahin Sinemasına gidişimizi, 3, 4 yaşlarında iken dizlikli Ali Dedemin elinden tutup beni Efe'nin kahvehanesine götürmesini, bizi Limasol'a götürecek olan kırmızı renk, gıcır gıcır Lozan otobüslerinde sabırsızlıkla bekleyişimizi, seçim zamanında Özker Yaşın'ın şimdi Dr. Küçük heykelinin olduğu yerde, Kemal Deniz'in ise Efe'nin kahvehanesinin önündeki merdivenlerde kürsüye çıkıp şiirlerle, esprilerle süslü propaganda nutukları çektiklerini, Bedevi ailesine ait lüks pastahanede dondurma yeyişimizi, düğünlere gidişimizi hatırladım. Sonra şimdiki Birleşik Krallık kraliçesi Elizabeth'i görmek için mahşeri kalabalık arasında hısarlara tırmanmamızı, aynı hısarlardan Kıbrıs Bayrağı eşliğinde anlaşma ile adaya ilk gelen Türk alayının resmi geçitini izlememizi, biraz ötede Ahmet Becerikli'nin evinin yanındaki şamişiciden mis kokulu şamişi, onun yanındaki Paraşüt kebabcıdan döner almamızı, Talat abinin yanındaki fıstıkçı Ahmet dayıdan feneri fıstıkların arasına koyduğu için ellerimizi yakan nefis fıstık gunnası aldığımızı ve eve gidene kadar yarısını yediğimizi anımsadım.

Hasan Hastürer programında işte bu eski Lefkoşa yıllarından bahsetti. O civarda Kıbrıslıtürklerin ne kadar azaldığını, Lefkoşa surlar içinin ne denli unutulup bataklığa çevrilmesine göz yumulduğunu konuştular Ali Tekman ve Kemal'le. Kemal yıllardan beridir Lefkoşa surlar içine gitmediğini, köşe bucak büfesinin olduğu yere gidip işini yaptığını, ondan sonra Lefkoşa dışındaki evine döndüğünü söyledi. İçim tarfi imkansız şekilde burkuldu onun bu sözlerinden. Düşünün, bir Lefkoşa çocuğu çocukluğunun, gençliğinin geçtiği mahallelere gitmekten çekinecek hale getirildi. 7 yıl önce yine Lefkoşa üzerine yazdığım aşağıdaki satırlarla sizleri başbaşa bırakıyorum.

K?br?s'a s?k sık gitmem. Her gittiğimde de kahrolur öyle dönerim. K?br?s'taki 17 y?l?m?n çoğunluğunu geçirdiğim bu güzelim kentin, Lefkoşan?n halini görür kahrolurum. Genelde Surlariçinin, ama en çok y?llarca kald?ğ?m sokağ?n dökülmüş, harabeleşmiş halini görür biterim. Kald?ğ?m evin şaibeli bir 'çay evi' haline geldiğine tan?k olur içimde tarifsiz bir ac?, bir burukluk çöreklenir. 42 y?l önce b?rakt?klar? Lefkoşa'y? aray?p fakat bulamayan her insan gibi ben de onu bu hale sokanlara lânet yağd?r?r?m. Ama bir taraftan da Lefkoşa'n?n Süleyman Ergüçlü ve k?z?na söylediği şu sözleri duyar gibi olur suçluluk hissederim. Sitemkar bir eda ile şöyle demişti Lefkoşa Süleyman Ergüçlüye: " Sokaklar?m hala sana?k, h?sarlar?mda hala kertenkeleler var, yaseminlerimin kokusu hala yerinde, Yeter ki sen iste… Ben buraday?m…" (Süleyman Ergüçlü'nün "Nankör" yaz?s?ndan)


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ertanç HİDAYETTİN yazıları