Lefkoşa (2)

Yayın Tarihi: 25/02/13 07:00
okuma süresi: 7 dak.
A- A A+
Geçen haftaki 'Lefkoşa' başlıklı yazım büyük ilgi gördü. Sevgili Hasan Hastürer, siyasetin kokuşmuşluğundan usanan halkın, yazımın konusu olan programına ve o tür programlara çok daha fazla ilgi gösterdiğini söyledi. Arkadaşların ve bazı okurların isteği üzerine bir kez daha geçmişe dönüp, yıllar önce yazdığım yazılardan da yararlanarak eski Lefkoşa anılarımı sizinle yeniden paylaşmak istedim. Sevgili Hasan Hastürer dostuma, beni o tadına doyum olmaz eski anılarıma geri götürdüğü için teşekkürler.

K?z?l Ağustos s?cağ?nda öğle vakti Lefkoşa'da d?şar?da dolanmak için ya acil bir işiniz olmal?, ya da kafay? biraz üşütmüş olmal?s?n?z. Şimdiki çocuklar? bilmem ama böyle günlerde biz çocuklar annelerimiz tarafindan zorla uykuya yat?r?l?rd?k. İspanyollar?n 'siesta' dediği olay. Ama gel de uyu. Bugünkü gibi evlerde klima ne gezer. Ama k?rk derecelik s?cağa rağmen uykunun tatl? kucağ?na kendimizi tam b?rak?yorken mahallemiz Mevlevi Tekke Sokak ac? bir feryatla inlerdi. Hay?r, birini boğazlam?yorlar. Eskiden öyle şeyler olmazd?. Yoğurtcu Musa! Bayraktar Orta Okulundan arkadaş?m Yaşar'?n babas?. Mübarek adam sanki Yusuf Kaptan Sahas?nda tak?m? YAK'a tezahürat ediyor! (yoksa Küçük Kaymaklı'yı mı destekliyordu?). "Tik tak, tik tak, tiki tiki tak tak. Taaaaze yoğuuuuuurt diye yaygaray? basardı. Mahalle eşrafı bir taraftan söylenip, diğer taraftan büyük yoğurt kaselerini al?r etraf?na toplan?rlard?. F?rsat bu f?rsat, kadın, erkek dedikodudan da geri kalmazlardı.

Tam tekrar dal?yorken bu sefer çatlak bir ses: "Mas?rac? geldi gidiyor baylar bayanlaaaaaar". Rahmetlik teyzem terzi olduğu için bazen bu sat?c?n?n yolunu beklettirirdi bana. Köşede bekler, Herküles marka eski bisikletini görürkenden heyecanla eve koşar, ona cağ?r?rd?m. Başındaki beresi ile bir fransız sarmısak satıcısını andıran bu satıcı ile olan bu faslı da atlatt?ktan sonra yaşl?, iki büklüm Mustafa day? sebze, meyve dolu as?rl?k arabas?n? güçlükle iterek Abdi Çavuş Sokağ?ndan dönüp sokağ?m?za dalard?. Bir taraftan arabas?n?n diş kamaşt?ran gıcırt?s?, bir taraftan da yorgun ama tiz sesi ile "h?yar var, domadez var, taze gabac?k vaaaaaar" diye y?rt?n?rd?. Ama dondurmac? Kartal'?n geldiğini duyarkenden dayak mayak dinlemeyip tüm çocuklar sokağa fırlard?k. Kaba etimize isteksiz vurulan birkaç pabuç fiskesine değerdi güllü, çikolatal?, limonlu sak?z gibi dondurmalar? mideye indirmek.

Lefkoşa araba sat?c?lar? işte böyle sabahtan akşama kadar sokak sokak gezip sat?ş yaparlard?. Buz, salep, kebab yumurta, lahmacun, sulu muhallebi, karpuz, kavun, vs. gibi şeyler sat?p geçimlerini sağlamaya çal?ş?rlard?. Bir de belleğimde sinema filmlerini reklam etmek için mahalle mahalle dolaşan tellal kald?. Mahallenin başında durur, Napolyon edası ile, avazının çıktığı kadar, "Bu akşam Taksim Sinamasında... Dudaktan Kalbe...Baş rollerde Belgin Doruk, Ayhan Iş?k" diye dakikalarca filmler hakkında bilgi verirdi. Annemiz, "uyursanız bu akşam sinemaya götüreceğim sizi" derdi o gittikten sonra. Biz de gizlice okuduğumuz Tommiks, Teksas, Kinova kitaplarını bir kenara koyar, uyumaya çalışır, en azından uyur gibi yapardık.

O zamanlar halk?n tek eğlence kaynaklarındandı sinemalar. 'Iş?klar' denilen bölgede yan?lm?yorsam yanyana iki sinema vard?. Taksim ve Halk sinemalar?. Bu sinemalar hafta sonlar? h?nça h?nç dolard?. Çoluk, çocuk, genç, ihtiyar Orhan Günşiray, Belgin Doruk, Türkan Şoray, Ediz Hun, Ekrem Bora gibi ünlü y?ld?zlar?n filmlerini zevkle izlerdik. Cüneyt Arkın'ın aynaya uzun bir süre baktıktan sonra "nayııııırrr, nolamazzz" deyip yumruğu ile aynayı kırdığını nasıl unuturuz.

Küçüklüğümüzde her gece değilse bile her birkaç gecede bir ailemize bizi yine Iş?klar bölgesindeki Çocuk Bahçesine götürmeleri için bask? yapard?k. Şimdilerde orayı Ankara Çağlayan Parkı yapıp ruhsuz bir bahçe haline soktular. Orada saatlerce kendimizden geçercesine oynard?k. Kum havuzlar?nda, sal?ncaklarda, tahtarevalliler uzerinde zevkli saatler gecirirdik. Annelerimiz de bahçedeki kanepelere oturur bir taraftan bizi seyreder, diğer taraftan havadan sudan sohbet eder, leblebi, pasedombo, gunna fıstık atıştırırlardı. En fazla biz mi onlar m? bu geziden zevk al?rd? bilmiyorum! Her Pazar bayraml?k elbiselerimizi giyip f?skiyeli Çocuk Bahçesindeki pastahanede dondurma ve sütlü börek yediğim o günleri çok özlüyorum. Art?k o solan bahçede bülbüllere yer var m? acaba?

Osman Balıkçıoğlu'nun 'Bizim Lefkoşamız, Bizim İnsanımız' kitabında bahsettiği dönem Lefkoşa's?nda yaşad?ğ?m için kitab? daha fazla ilgi duyarak, zevk alarak ve zaman zaman büyük bir hüzünle okurum. Kitapta, sadece Lefkoşa'n?n değil bütün K?br?s'?n renkli simalar?ndan bahsediliyor. Aynal?, Çoronik, Guşo, Becerikli, Alt?parmak, Dubara bunlar?n baz?lar?.

İnsan yaşland?kça geçmişe olan özlemi artar. Bu bir kurald?r. Ama san?r?m biz K?br?sl?lar?n nostaljik özlem duygular?m?z çok daha fazlad?r. Gerek Kıbrıs, gerek Kıbrıs dışında yaşayalım. Birbirini çoktan görmemiş birkaç arkadaş biraraya geldiğimiz zaman konu döner dolaş?r eski günlere gelir. Eski günleri düşünürken insan bazen hüzünlenir, melankolileşir. Bazen dudaklar?m?zda ac? bir gülümseme, bazen gözlerimizde hafif bir nemlilikler belirir. Bazen de büyük bir k?zg?nl?k veya pişmanl?kla hat?rlar?z geçmişi. Hele Kıbrıs'ta şu an yaşayanlar, çok daha büyük bir özlemle geçmiş günleri anarlar herhalde.

Sevgili Kemal, bugünlerde bahsettiğim dönemdeki yerinde sandöviç işini yürütüyor. Ama, artık yukarıda bahsettiğm Lefkoşa'dan eser yok. Onu bu hale getirenler utansın. Lefkoşa'ya nankörlük edip ona karşı duyarsız davranan Lefkoşa'lılar utansın. Başka ne diyebiliriz ki.


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ertanç HİDAYETTİN yazıları