Bir politikacı hastalığı: Hubris Sendromu

Yayın Tarihi: 01/12/23 07:00
okuma süresi: 12 dak.

Adolf Hitler ve Nazi Almanya’sı konularında dünyanın en önde gelen uzmanlarından biri olarak görülen İngiliz tarihçi ve yazar Ian Kershaw’ın 1998 yılında Adolf Hitler’in biyografisini yazmasıyla tekrardan gündeme gelen Hubris Sendromu, çoğunlukla siyasi liderlerde ortaya çıkan bir psikopati davranış bozukluğudur.

20. yüzyılın en tahripkâr politikacısının sağduyuyla, bilgelikle, ahlaki ve düşünsel bir dürüstlükle yazılmış biyografisi ile gündeme gelen, kibir sendromu olarak da bilinen sendrom, çılgınlık derecesinde kibirlilik, zihinsel bozukluk, psikopati davranış bozukluğu ve ihtişam sanrısının birleşmesiyle oluşmuş bir rahatsızlık olarak tarif edilebilir.

Kitleye hükmetme ve liderlik etme gücünü elinde tutan kişi bazı anormal davranışlar sergiler.

Kişi bu sendromu çoğunlukla bir mevki ile geliştirir.

Önceki yaşantısında olmayan birtakım davranışlarda ve söylemlerde bulunur. Çok yüksek oy oranıyla idareci olarak seçilen bir kişi ailesi, sosyal çevresi ve iş arkadaşları tarafından gereğinden fazla övülürse kişi kendini tanrılaştırmaya başlar.

Kişi kendini tanrılaştırdıktan sonra kendini çok güçlü ve karşı konulamaz zanneder.

Halbuki, kimsenin bir başkasının haklarına güç kullanarak tecavüz etmeye ya da güç kullanarak ona kendi fikirlerini dayatmaya, köleleştirmeye hakkı yoktur.

Hubris sendromu, gücün belirli bir oranı aşması dolayısıyla güç zehirlenmesi yaşayan ve aşırı kibire kapılan idarecilerde görülen diğer bir adı ile “kibir sendromu”dur.

Hepimizin doğasında bulunan 7 zaaf vardır.

Düşünürler bunları sistematik hale getirip 7 ölümcül zaaf olarak nitelendirmişlerdir.

  1. Kibir
  2. Açgözlülük
  3. Şehvet
  4. Öfke
  5. Haset
  6. Tembellik
  7. Oburluk

Sayısı 7 olarak belirtilen bu zaaflar, diğer zaaflara da yol açtığı için “ölümcül” olarak nitelendirilmiştir.

Bu zaafların, insanın kalbinden geldiği ve eksik sevgi neticesinde ortaya çıktığı düşünülmektedir.

7 ölümcül zaafı kategorize etmek isteyen bazı düşünürler, konuya “sevgi” bağlamında yaklaşmışlardır. 

Düşünürlere göre;

“1. Kibir”, “4. Öfke” ve “5. Haset” ve sevginin bozulmuş olduğu zaaflar olarak kabul edilirken,

“6. Tembellik” sevginin eksik olduğu zaaf,

“2. Açgözlülük”, “3. Şehvet” ve “7. Oburluk” ise sevginin aşırıya kaçtığı zaaflar olarak kabul edilmiştir.

Hubris Sendromu ya da Kibir Sendromu tanrısal ego olarak da bilinir.

Yıllarca, belki uzun yıllarca iyi işler yapmış, başarılı ve “faydalı” liderlerin, hubris sendromuna yakalandıkları an sonrasında yıkıcı, zarar verici ve hatta yok edici liderlik sürecine dönüşmesi; kişinin kendisi, kurumu, ülkesi ve hatta dünya için oldukça ölümcül bir durumdur.

Gücün, ölçülemeyen, önceden tahmin edilemeyen ve kişiye göre değişen o noktası, bütün idareciler için hubris sendromu riskinin var olduğunun göstergesidir; yani her güçlü lider hubris sendromuna yakalanmaya adaydır.

Hubris sendromuna yakalanmış olan idarecilerin temelde 14 adet göstergesi vardır. Bu göstergeler;

    1. Dünyayı, gücünü sergileyebileceği bir alan olarak görme,
    2. Kişisel imajını sürekli artırma eğilimi,
    3. Hareket ve söylemlerinin aşırı derecede endişe içeren görünüm içermesi,
    4. Konuşmalarında, kendisinin “mesih, seçilmiş kişi” olduğunu ima etmesi,
    5. Kendisini, millet ve devletle özdeşleştirmesi, toplumun kaderini kendi kaderine bağlaması,
    6. Söylemlerinde, kutsal bir kaynağa bağlı “biz” kelimesini kullanması,
    7. Aşırı özgüven göstermesi,
    8. Kendinden olmayanları “öteki”leştirme ve onları açıkça aşağılama,
    9. Kendini sadece üstün bir güce hesap verecek biri olarak gösterme (kendine kutsallık atfetme),
    10. Ve bu alanda yargılandığında mutlaka haklı çıkacağına inanma,
    11. Gerçeklerden uzaklaşma, sanal dünyasına inanma ve inandırmaya çalışma,
    12. Pervasızlaşma, her şeye karışma, huzursuzluk, istikrarsızlık, bilinç çatışması yaşama,
    13. Yanlışlarını doğru göstermek için din, kutsallıklar ve dürüstlüğe dayandırma,
    14. Aşırı özgüvenin vermiş olduğu “asla yanlış yapmama” düşüncesinin sonucu sergilediği kişilik bozukluğu davranışları.

Bu maddelerden en az 3 veya daha fazlasına sahip kişilerde hubris sendromunun belirtileri gözükür. Bu maddelerden 5, 6, 10, 12 ve 13. maddeler tamamlayıcı maddelerdir ve bunlardan en az birinin, 3 madde içerisinde yer alması gerekir.

İrlandalı bilişsel nörobilimci Prof. Dr. Ian Robertson’un kaleme aldığı ve tüm dünyada insanların güce duyduğu açlığı psikolojik ve biyolojik boyutlarıyla ele aldığı “The Winner Effect: The Science of Success and How to Use It” isimli kitabında, “Gücün beyin üzerindeki etkilerinin kokain benzeri uyuşturucularla benzerlikler taşıdığını belirtir; beynin ödül ağında dopamin faaliyetlerini artırarak beynin işlevini belirgin şekilde değiştirir, bu değişiklik korteksi etkileyerek düşünce yapısında büyük farklılıklara yol açabilir” demektedir.

O halde güç, uyuşturucu madde gibi, dozu aştığında zararlı bir maddeye dönüşebilecektir.

Güç, diğerlerinin ihtiyaç duyduğu, istediği veya korktuğu şeyler üzerinde kontrol sahibi olmaktır. Fakat dikkatli olunmazsa beynin kimyasını bozabilen, insanı adeta kendinden geçirip sonunda bağımlılığa itebilen sinsi bir yoldaştır.

Tarih, gücü kullanmayı becerememiş insanların aldıkları kararların sonuçlarıyla doludur. Örneğin, Sovyetler Birliği'nin katı hiyerarşik düzeni olmasaydı Çernobil faciası gerçekleşmeyebilir miydi? Ya da Tony Blair'ın güce duyduğu yüksek ihtiyaç onu George W. Bush'un planlarını desteklemeye sürüklemeseydi Irak Savaşı yaşanmayabilir miydi?

Peki ya dünyanın gördüğü diktatörlerin neredeyse hepsinin erkek olması tesadüf müdür?

Güç zehirlenmesi yaşayan, aşırı kibire kendini kaptıran kişiler, genelde diktatör eğilimli liderlerdir. Ama hubris sendromuna yakalanma ihtimali yüksek kişiler, sadece diktatör eğilimli liderler değildir; demokratik seçimlerde sürekli başarı yakalamış parti başkanları da hubris sendromuna yakalanma eğilimi taşır.

Şu hâlde “güç zehirlenmesi”nin yetersizlik duygusunun bir tezahürü olduğu da iddia edilebilir.

İrlandalı nöropsikoloji uzmanı Prof. Dr. Ian Robertson, dünyanın zirvesinde oturan siyasi liderlerin, şirket yöneticilerinin, hatta sıradan insanların güce duydukları açlığı biyolojik ve psikolojik sebep-sonuçlara dayandırarak incelemiştir. Tek bir kişinin ele geçirdiği orantısız gücün kazanma etkisiyle insanlığa yaşattığı kayıpları gözler önüne sererken, gücün denetlenmesinin neden önemli olduğunu vurgulamaktadır.

Hubris sendromuna götüren etkenlere maruz kalma konusunda, liderin çevresindeki insanlar büyük önem taşır. Bu süreçte lideri eleştirebilen, doğruları söyleyebilen kişiler var ise, başka bir deyişle lider böylesi yapıcı iletişimi çevresine kapatmamış ise, liderin hatalarını görebilme ve kendini dizginleme; dolayısıyla hubris sendromuna yakalanmama fırsatı var demektir.

Peki, neden kitlelerin ahmakları zengin kibirli kahramanlara dönüştürdüğü bir dünyaya doğru gidiyoruz?

Kim ne derse desin ne isterse düşünsün günümüzde artık veraset yolu ile kral olanların yerini, seçimle gelen kibirli krallar alıyor.

Maalesef, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak çok küçük bir ülke olmamıza rağmen, TAMAMEN adil, eşitlikçi ve özgür olan bir refah devletini detaylı bir şekilde tasarlayacak kadar AKILLI olamadık.  

Çürümüş bir şeyler var şu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti krallığında da!

Belki de 20. yüzyılın en büyük filozoflarından biri olan Emil Michel Cioran'ın Çürümenin Kitabında dediği gibi; “Hepimiz sahtekâr olduğumuz için birbirimize tahammül ederiz.”

Peki, bu çürüme ne zaman duracak?

Belki, incir ağaçları çiçek açtığı zaman!

O yüzden bir an önce;

Toplum olarak kendimizi beğenmişliğimizi fark edip ve bunun bizleri yetersizliğe sürüklediğini görmemiz elzemdir.

Albert Camus ve J.P. Sartre gibi isimlerin hem fikirlerini hem de bizzat kendilerini tanıma fırsatı bulan, kaldığı hotel odasında öldürülen, para ve mevkiinin cazibesine kapılanları ise “Onlar adlarını ekmeğe sattılar, ben suya verdim” sözleriyle de tarihe damga vuran İran’lı sosyolog ve düşünür Ali Şeriati’nin "Putların sadece isimleri değişti; Menat yerini para ve şehvete, Uzza yerini siyasete ve şöhrete, Hübel yerini din adına kandırmaya, Lat yerini sömürüye bıraktı. Artık taştan ve tahtadan putlar yok; Et ve kemikten putlar var!" sözü düşündürücüdür.

İhtiyacımız olan şey kahramanlar değil.

Bana göre insan, gerçek anlamda yalnızca kendisinden kahramanlık talep edebilir. Zira kurtarıcı diye bir şey yoktur. Toplumları oluşturan insanlar kendilerini kurtarırlar.

Mücadele, zorunlu ihtiyaçtan fazlasını biriktiren ve gücü merkezileştiren, toplumlarını etkisizleştiren, aptallaştıran zamanın kibirli firavunlarına karşı olmalıdır. Yani kenz ve temerküz bugünün dünyasında da iki kök sorun olmaya devam ediyor.

Dünyada en yüksek özgüveni olanlar; manyaklar, psikopatlar ve narsistlerdir.

Prof. Dr. Ian Robertson, beynin iktidar “yanılgısını” ortaya koyan, iktidar sahibinin niçin diktatörleştiğini biyolojik ve psikolojik bulgularla açıklayan Zafer Sarhoşluğu adlı kitabında; “Hitler'in hızlı bir zafer için özgüveni o kadar yüksekti ki pek çok alay uygun kış kıyafetleri olmadan gönderilmişti. Bunun sonucunda takip eden kış yaklaşık 14.000 Alman askerinin don vurması sonucu ellerinin veya ayaklarının kesilmek zorunda kaldığı tahmin ediliyor.” cümlesi gücün neredeyse kaçınılmaz olarak beyin işlevlerini çarpıtarak yargı bozukluğuna, vazgeçilmezlik yanılgısına, risklere karşı kör olmaya ve duygusal duyarsızlığa yol açtığını gözler önüne sermektedir.

Geçtiğimiz milenyumda insanlığın zekâsı, gücün liderler üzerindeki bu olumsuz etkilerine gem vurabilmek için yöntemler yaratmıştır: serbest seçimler, liderler için sınırlı görev süresi, özgür bir basın ve bağımsız yargı gibi demokrasi araçları. Güç üzerindeki bu kısıtlamalar aşırı bireysel gücün zehrine karşı bir panzehir gibi iş görür. Ancak çok güçlü kısıtlamaların olduğu ülkelerde bile bazı siyasi liderler “kibrin” pek çok belirtisini göstermişlerdir.

O yüzden liderlerin üzerimizde gücü olmaz. O gücü onlara biz veririz. Verdiğimiz gücü çok daha hızlı geri alabilmemize olanak sağlayan dijital mekanizmaların devreye girmesi elzemdir.

İhtiyacımız olan şey kibirli zalimlerin karşısında göstermemiz gereken cesaret. Zira çağı değiştiren şey ilkeler değil, karakterlerdir.

Hayat çözülecek bir problem değil, yaşanacak bir hakikattir.

Fakat aşırı ölçüde tekrarlanan kelimeler bitkin düşer ve ölürler.


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.