Cui Bono?
Marcus Tullius Cicero, M.Ö. 106 yılında eski adıyla Arpinum, bugünkü adıyla Roma'nın 100 kilometre güney batısında bulunan Arpino'da dünyaya gelmiştir.
Hukukla başlayan kariyer hayatı daha sonra kendini edebiyat ve felsefeye bırakmıştır. 63 yıllık hayatı boyunca farklı işlerle meşgul olan Çiçero savaşı hiç sevmemesine rağmen bir ara orduya da katılmış, mahkemelerde başkanlık yapmış ve daha sonrasında da konsül olmuştur. Konsül olana kadar İmparator Sezar ile bir takım sıkıntılar yaşayan hatta bir ara kaçıp Selanik'te saklanan Çiçero, yine Sezar'ın ısrarı ile Roma'ya geri dönmüş ve bu fiyakalı durum onun Sezar'ın öldürülmesinden sonra senatonun en söz geçer adamı durumuna yükseltmiştir.
İnanılmaz bir hatip olan Çiçero'nun 90'a yakın konuşması kayda geçirilmiştir fakat bunlardan yalnızca 60 kadarı günümüze ulaşabilmeyi başarmıştır.
Ancak Çiçero'nun hikmeti hatip yeteneğinden öte esas ününü sağlayan ve onu Sezar'ın gözüne sokan özelliği 28 yaşındayken Roma mahkemelerinde savunduğu bir müvekkili ile ilgili yaşanan bir cinayet davası sürecidir.
Çünkü bugün hukukta en temel argümanlardan birisi olan ve o cinayet davasında sorulan bir sual, Çiçero'yu sonsuza kadar insanlık tarihine mal etmiştir.
Roma Hukukunda cinayetleri açığa kavuşturmaya yarayan ve bugün hala geçerliliğini koruyan en temel soru olan "Cui Bono?" sorusu işte bu bahsettiğim kişinin meşhur Sextus Roscius cinayet davasında sorulan sorudur.
Latince olan 'Cui Bono' "kim karlı çıktı?" ya da "kimin yararına?" anlamındadır.
Sorunun temelinde yatan düşünce ise şudur: Eğer bir suç rasyonel hesaplama yapmamızı gerektirecek kadar karmaşık bir haldeyse, bu suçun failleri, suçu, en çok kendilerine yarar amacıyla işlemiştir. Bu noktadan yola çıktığımız takdirde somut olayda sorulan bu sorunun cevabı bulunduğunda suçlu da ortaya çıkmış olacaktır.
Daha iyi anlaşılsın diye Sextus Roscius davasında da özetle bahsedeyim. Sextus Roscius'ın babası varlıklı bir kişidir. Toplamda 13 adet çiftliği olan babasının tek varisi de yine kendisidir. Yani babası öldüğünde bütün mallar tek varis olarak ona kalacaktır.
Ancak beklenmedik bir şey olur ve babası bir gün öldürülmüş olarak bulunur. Babasının ölümü üzerine mallarda gözü olan Corneliyus Chrysogonus adında bir toprak ağası adaletsiz bir şekilde mallara el koyar. Ancak Sextus Roscius buna karşı çıkar ve konuyu mahkemeye taşır.
Ancak Cornelyus Chrysogonus, Roma iktidarı ile iyi olan ilişkilerini de devreye sokarak, Sextus Roscius'un babasını öldürdüğü şeklinde bir komplo hazırlar ve aleyhine şahitlik etmesi için de Sextus Roscius'ın kuzeni Capito'yu kandırır. Corneliyus Chrysogonus bunun karşılığında 13 çiftlikten 3 tanesini Capito'ya verir. Plan tamam gibi görülmektedir.
Böylece kuzen Capito, amcasının ölümünden sorumlu olarak yeğeninin olduğunu mahkemeye söyler ve kendine iki tane de yalançı şahit bulur. Nihayetinde Sextus Roscius tutuklanır, mahkemeye çıkarılır.
Tüm deliller Sextus Roscius'un aleyhinedir ve Roma Hukuku'na göre böylesi miras davalarının cezası derisi soyulana kadar kırbaçlanıp ardından da ağzı dikildikten sonra içinde bir tane de zehirli yılanın bulunduğu torbaya konularak nehre atılmaktır. Üstelik davanın savcısı da o zamanların en ünlü savcısı olan Erecius'tur.
Ancak Sextus Roscius'un pes etmeye niyeti yoktur. Böylece gidip genç ama parlak bir hukukçu olan Çiçero'yu kendini savunması için tutar.
Dava günlü geldiğinde uzun ve felsefe yüklü hitapları ile meşhur olan Çiçero mahkemeye beklendiği üzere uzun bir konuşma yapar. Aslında Sextus Roscius'un babasını öldürüp mallarına konması mantıksızdır çünkü tek varis yine kendisidir. Babası doğal yollardan öldüğünde mallar otomatik olarak ona geçecektir. Ortada böylesi bir gerçek varken, Sextus Roscius'un derisi yüzülmüş bir halde zehirli bir yılanla bir torbada nehre atılmasına neden olacak böylesi bir riski alması, yani babasını öldürmesi akıl dışıdır.
O zaman bu işin içinde bir iş vardır ve Çiçero'nun kafası bu yönde çalışmaktadır.
Çiçero mahkemeye durumu anlatır ve savunmasının sonunda da bu yazının başlığı olan meşhur 'Cui Bono' sorusunu sorar: Bu işten kim karlı çıkacaktır? Ya da bu iş kimin yararına olacaktır?
Tabii ki zorba Cornelyus Chrysogonus ile kuzen Capito! Çünkü malları paylaşanlar onlar, zararı görecek olan Sextus Roscius'tur.
O zaman bu suç, tüm olup bitenin sonunda bu işten en çok yarar sağlayacak kişiler tarafından işlenmiş olması ihtimal dışı değildir.
Öte yandan işin içinde bir de 'seçilmişler listesi' meselesi vardır. Ancak bu seçilmişler listesi iyi bir şey değil 'kara defter' anlamında bir deyimdir. Öyle ki, bu deftere Roma iktidarına karşı çıkan, onunla mücadele edip kaybeden ancak yine de boyun eğmeyen kişiler girmektedir. Ancak Sextus Roscius'ın babası böyle birisi olmamasına rağmen kara defterde olduğu mahkeme sunulur. Tabii ki onu o deftere koyduran Corneliyus Chrysogonus'tan başkası değildir.
Ama Çiçero, ölümü de göze alarak Roma arşivlerine girer ve adamın söz konusu listeye cinayetten sonra bir takım dalaverelerle sokulduğunu ispatlar. Yani birileri hem minareyi çalmış hem de kılıfını hazırlamıştır.
Mahkeme Çiçero'yu dinler ve sonunda kararı verecek olan jüri üyeleri tabletlerin üzerine 'A' harfini yazarak oy birliği ile kararının ilanını yapar: Apsolbo, yani suçsuz!
Böylece kuzen Capito suçlu bulunarak ölüm cezasına çarptırılırken, olayın azmettiricisi Cornelyus Chrysogonus hiçbir ceza almadan işin içinden sıyrılır. Cornelyus Chrysogonus'un cezasız kalması yüreklerde burukluk, hukuk çevrelerinde hala daha ufaktan da olsa bir tartışma sürdürse de, Çiçero'nun kazandığı bu dava, sorduğu o soru, bugün hala daha cinayet davalarının en önemli argümanı olmaya devam etmektedir. Bu arada söz konusu savları mahkemeye sunan Savcı Erecius da işin içinden cezasız sıyrılmayı başarır.
Peki, diyeceksiniz ki bu yazıyı neden yazdın, niye bize hukuk dersi veriyorsun?
Yok, hukukçu değilim dolayısı ile hukuk dersi verme hadsizliğim asla söz konusu olmaz.
Ama Siyasi Bilimler mezunu birisi olarak az çok hukuk okumuşluğumuz, siyaset bilmişliğimiz vardır.
Gazeteci olarak da kimin neyi neden ve ne amacı ile söylediğini anlayacak kadar mürekkep yalamışlığımız vardır.
Dolayısı ile soruyu şu şekilde güncellemek mümkündür: Koronavirüs sürecinin alelacele bitirilip hiçbir değişiklik olmadan 13 Mart tarihine, yani statükonun o köhne ve çözümsüz çarklarına geri dönmek en çok kim ya da kimlerin çıkarına gelmektedir?
Bu sistemin aynı şekilde bağımlı devam etmesinden en çok kimler mutlu olacaktır? Statükonun durağan ve sıcak kucağı ne kadar tatlıdır?
Aslında sorular bu makalenin başlığı gibi tek bir cümleye sığdırılabilir ama cevabının faili birden fazladır...

Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.