Rol çalmak...

Yayın Tarihi: 16/05/20 12:46
okuma süresi: 10 dak.

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı'nın önceden gönderdiği mektuba bir cevap göndererek “Kıbrıs Türk toplumuna desteğimiz devam edecek. Salgının tıbbi, ekonomik ve sosyal etkilerine karşı sizinle çalışmaya devam edeceğiz” dedi.

Hatırlanacağı üzere, şu geçmiş iki ay içerisinde Türkiye dahil uluslararası toplum nezdinde yardım için atmaya çalıştığı her adımı "rol çalmaya uğraşıyor, paralel yapı kuruyor" diye seçimlerdeki rakipleri ve sevenleri tarafından lince maruz tutulan Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, COVID-19 salgını nedeniyle Kıbrıs Türk halkının içinde bulunduğu durumu uluslararası örgütlere iletmiş ve yardımlaşma ve dayanışma talebinde bulunmuştu.

Kıbrıs Türk toplumunun dünya nazarında tanınan tek makamı olan Toplum Lideri makamında oturan Akıncı'nın, Covid-19 öncesi inceden başlayan seçim çalışmalarında istisnasız tüm rakip adayların papağan gibi tekrar ettiği 'aktif bir cumhurbaşkanı' vaadine bir tamam uygun olan bu mektup diplomasisi, belli ki AB Komisyonu nezdinde sonuç vermiş olmalı, komisyon, geçtiğimiz hafta içinde 11 milyon avroluk 'Acil Durum Ekonomik' yardım paketini onayladı.

Daha güzel anlatmam gerekirse, bu paket son 2 ayda ortaya çıkan son durumla birlikte ele alınan, düşünülen ve uygulanan bir pakettir, önceden lobisi yapılan ya da kararlaştırılan bir şey değildir.

Bunun dışında güzel bir gelişmedir ve sonuçta, bazıları anlamasa da, Covid-19 salgınından kurtulmanın en birinci yolu pek tabii ki dayanışmadır.

Ancak belli ki bu durumu bile siyasal at gözlüğü perspektifinden okumaya çalışanlar vardır.

Çünkü bu paketin onaylanmasının ardından yapılan bir takım açıklamalara bakınca, daha 15 gün öncesine kadar "biz bize yeteriz, ne Rum'un ne de AB'nin yardımına ihtiyacımız" yoktur diye asıp kesenlerin aniden çark edip 'paketin çıkmasında etkin rol oynadıklarını' ifade etmesi artık hiçbir şeye şaşkınlık hissetmeyen benim için bile şaşkınlık vericidir.

Yukarıdaki paragrafta atıfta bulunduğum elbette ki Başbakan Ersin Tatar'dan başka birisi değildir.

Sayın Tatar, bulunduğu makama ilk geldiği zaman, yine bu köşede bir makale kaleme almış ve kendisini Türk Siyasi Tarihinin en önemli figürlerinden birisi olan Süleyman Demirel'in yerli benzeri ilan etmiştim.

Nitekim, Sayın Tatar, göreve geldiği şu son bir yılda yaptığı bir çok açıklama ile birlikte bu öngörümü haksız çıkarmamış, en son Koronavirüs salgının tüm dünya tarafından dillendirilen ikinci dalga tehlikesi sorulduğunda 'birinci dalga geldi mi ki ikinci dalga olacak?' minvalinde bir cevap vermiştir.

Demirel'in meşhur "meseleleri mesele etmezseniz mesele kalmaz" vecizesi ile birebir benzeyen bu açıklama şüphesiz Sayın Tatar'la ilgili öngörümü bir kez daha ispat etmesi açısından eşşsiz bir örnektir.

Daha bir ay önce, kendi kabinesinde görev yapan Sağlık Bakanlığı yetkilileri tarafından sınırda kameralar önünde teslim alınan ve yine bakanlık deposuna götürülen tıbbi yardım ile ilgili Cumhurbaşkanı ve LTB Başkanını 'kaçakçılık' ile suçlayan Sayın Tatar'ın birdenbire tornistan edip, dış yardımlar konusunda 'bizim de emeğimiz vardır' şeklinde açıklama yapması elbette ki tam anlamı ile bir rol çalmadır.

Fakat belli ki, Sayın Başbakan bu rol çalma konusunda yalnız değildir. Çünkü, Başbakanın bu kelamları ettiği TV programının ertesi günü, benzer bir açıklama da Cumhuriyet Meclisinden gelmiş ve komisyon yardımının onaylanmasında meclisin lobi faaliyetleri için gönderdiği vekillerinin bu işte büyük katkısı olduğu ifade edilmiştir.

Kuşku yok ki, oralara giden heyetlerimiz içinde Fikri Toros gibi, Armağan Candan gibi, Kıbrıs sorununun çözümü için canı gönülden uğraşan vekillerimiz vardır. Ancak bana kamuoyuna 'biz bize yeteriz' diye algı bombalayan partilerin vekillerinin bu çorbada tuzu olduğu masalını kimse anlatmasın. Kimseyi üzüp kırmak istemiyorum ancak önemli olan bir vekilin tek başına bireysel duruşu değil, bağlı olduğu siyasi oluşumun duruşudur.

Ne amaçla yapıldığı, kime mesaj için yazıldığı kendinden menkul olan meclis açıklamasında "Avrupa Komisyonu’nun açıklamış olduğu desteğin temin edilmesinde ülkemizdeki birçok kurum ve kişinin özverili çabaları etkili olmuştur" ifadeleri kullanılmıştır.

Ancak bu noktada kimin nasıl destek olduğu, kimlerin bu süreçte pro-aktif siyaset uyguladığı çok açıktır.

En basitinden sürecin ilk 1 ayında toplanma çabasında bile bulunmayan meclisin, ortaya çıkan acil durumla ilgili AB Komisyonu tahtında sıkı girişim yaptığı sanrısı, iyi niyetli, 'keşke olsaydı' tadında bir açıklamadır, o kadar.

Gerçek şu ki, bu noktada etkin rol oynayan makam, doğal olarak Kıbrıslı Türklerin tek tanınmış makamı olan Toplum Liderliği makamından başkası değildir.

Haliyle komisyon başkanının mektubunun muhatabı da odur, Dünya Bankası'nın cevaben gönderdiği mektubun da muhatabı odur, BM Genel Sekreteri Antoni Guterres'in de dün gönderdiği kapılarla ilgili mektubun muhatabı da odur.

Aslına bakarsanız bütün bu mektupların muhatabı, uluslararası platformlarda tanınma mücadelesi veren Kıbrıs Türk halkının kendisidir demek mümkündür.

Şimdi kapılar demişken, iki kelam da onlar için etmek gerekir.

Çünkü süreç içerisinde tüm dünyanın yaptığı çağrı olan 'dayanışma, iş birliği' yerine birbirlerine sırtlarını dönen iki toplumun çeşitli oluşumlarının koyduğu ya da koymadığı katkılar ortadadır.

Açıkçası süreç içinde yapılmaya çalışılan girişimlerle ilgili Cumhurbaşkanına yapılan mesnetsiz suçlamalarla ilgili "şu şu suçlu ama Cumhurbaşkanı da suçlu" şeklindeki "aman haklı da olsa destek vermeyelim, süreçten güçlü çıkmasın" korkusu dolu ortaya karışık açıklamalara bakınca, şimdi yapılan 'barikat' romantizmine gülmemek elde değildir.

Süreç içerisinde en etkisiz, en silik söylemlere imza atan, neredeyse hiçbir katkı koyamayanların kapılarla ilgili sürdürülen "bilimsellikten" uzak popülist argümanlarının altı maalesef boştur.

Çünkü kapıların açılıp açılmamasının en temel belirleyicisi olacak olan şey siyaset değil, bilimsel veridir.

Kuşku yok ki bu noktada aranacak olan şartlar, iki tarafın virüs raporu, alınan tedbirler, pandemi hastanesi ve daha başka bir çok husustur.

Bilindiği üzere bu konuda her ne kadar zafer ilan edilse de Kuzey'de yapılan işlerin doğruluğu tartışmalıdır.

Ortaya konulan açılma planının yapılan bir takım eylemlerin baskısı ile birlikte hızlandırıldığı ve bunun da riskli olduğu da ortadadır.

Hal böyle iken, süreç içinde cılız bir 'İki Toplumlu Kriz Masası' söylemi ve isteği ortaya atıp ardından da bunu sürdürmeyenlerin barikat cengaveri kesilmesi gene hayatta hiçbir şeye şaşırmayan ben için şaşırtıcıdır.

Anlaşılan odur ki, koltuk sevdası için yapılan şeyler benim için hala daha şaşırtıcıdır.

Neyse, uzatmayayım, kapılarla ilgili Genel Sekreter Guterres'in mektubunda da yazıldığı üzere, konuyu istişare edecek muhataplar bellidir.

Dolayısıyla ortada bir rol çalma ya da kesme değil, bilakis gerçek aktörlerin oynayacakları senaryolar vardır.

Tavsiyem, koltuk üzerinden zümresel çıkarların devşirilmesi huyundan bir an evvel vazgeçilmesi ve bunun yerine halkın çıkarlarını koruyan, tüm kesimlere büyük fayda sağlayacak olan kapıların açılması meselesinde bilimsel gerçeklere dayanıp, zamanı gelince açılmasını sağlayacak olan formülün ortaya çıkmasına katkı koymaktır.

Kısır kasaba zihniyeti siyaseti yerine, 'bir musibet bin nasihatten evladır' sözünü bir kez daha ispatlayan Covid-19 sürecinde ortaya çıkan ve daha uzun süre devam edecek olan duruma uygun yaratıcı siyaset izlemek en doğrusu olur.

Aksi takdirde yakın gelecekte başımıza gelecek olan kötülükler için kolektif bir 'veballi' listemiz olacaktır.


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.