Barış için mücadeleye devam!
Şimdiki nesiller pek hatırlamaz. Biz eskiden CD diye bir şey kullanırdık. Tabii onları çalıştıracağımız CD çalarlarımız da vardı.
Filmleri oradan izliyor, müzikleri oradan dinliyorduk. Hepimizin evinde birer tane vardı. Geçen gün garajda çok eski bir tanesini buldum, denemek için getirip fişe taktım, vallahi çalıştı. Japon ne kadar sağlam yaptıysa artık, ölümsüz olmuş.
Tabii benim bu makaleyi yazmamın sebebi CD'ler ya da CD çalarlar diyarı değil. Ama işin içinde bir CD meselesi var, orası kesin.
Yani cidden şimdi oturup düşününce, aradan 20 yıl geçmiş. Tam 20 yıl!
23 Nisan 2003…Kıbrıs’ta 1974 sonrası geçen 29 yılın ardından sınır kapılarının yeniden geçişlere açıldığı tarih…
Annan Planının en şiddetli tartışmalarının yaşandığı günlerdi, 80 binler sokaktaydı. O zamanlar daha yeni evliydim. Hatta oğlum Ares 4 aylık filandı. Kayınçomla efsanevi Lord of the Rings filmi serisini izliyorduk. Tabii bu yukarıda anlattığım CD şekliyle. Film çok uzun olduğu için 3 CD’ye ancak sığıyordu. Bu arada tek bir bölümden bahsediyorum, tüm film 9 CD filandı…
Neyse, ilk bölümün ilk CD’sini bitirmiş, ikinciye geçiyorduk. Cihaza uzanıp CD’yi çıkardım, ekran hemen anten moduna, dolayısıyla karasal yayına dönmüştü. Öyle de bir durum vardı.
Tam ikinci CD’yi takacakken hafif karıncalı ekrandan geçen altyazıyı gördüm: Son dakika! Kıbrıs’ta sınır kapıları 29 yılın ardından açılıyor!
Şu an bu satırları yazarken bile tüylerim diken diken oluyor, o an ise şok içinde ekrana bakmıştım. Haberi NTV veriyordu.
Sonra hemen anteni düzeltip, yayını açtık. Kayınçomla birbirimize baktık, sonra da sevinç çığlıkları atarak birbirimize sarıldık!
Saat gece yarısını biraz geçmişti, pabuç kadar büyük Motorola cep telefonumdan haber vermek için annemi aradım. Meğer onlar TV başında olayı seyrediyorlarmış, “Çözüm oluyor annem” dedi, telefonda ağladım.
Babam ise ertesi gün sabah saat 6’da Ledra Palace’a gitti ve Güney’e geçen 16. kişi oldu, bunu hala büyük bir gururla anlatır.
Biz ise ilk kez akşam saatlerinde geçtik ve Limasol’a gittik. Daha önce Rum tarafına 2-3 kez geçip, etkinliklere katılmıştım ama bu defaki çok anlamlı ve heyecanlıydı.
Sonraki günlerde hemen her gün güneye geçip hemen her yere gittik. O günlerde Euro yoktu, Kıbrıs Lirası vardı ve kullandığımız para birimi bu derece çöp değildi. Dolayısıyla bu gezmeler çok rahat yapılıyor, alış-verişler bitmek bilmiyordu.
Ama esas konu yeniden tanışan iki halkın ilişkileriydi. Dile kolay, bu tam 29 yıl süren bir meraktı, biz onları, onlar da bizi merak ediyordu.
Hatırlıyorum da Lefkoşa’da bir mağazaya girmiştim, adam Rumca karşıladı, ben İngilizce konuşunca, Türk olup olmadığımı sordu. Evet deyince de bana ‘gardaşimu’ diye sarıldı, kahve ikram etti. Sonra muhabbet koyulaşınca “ben Kıbrıslı Türkleri zayıf, fakir, açlık çeken insanlar zannederdim. E sen bayağı göbeklisin” demiş, gülmüştük. Düşünün, yıllar yılı süregelen Rum milli hamaseti bizi onlara böyle anlatmıştı!
Yine ilerleyen haftalarda babamın Yenişehir’deki dükkanında oturuyorduk. Araçlı geçişler de başlamıştı. Bir ara kapının önüne motorlu bir adam geldi, inip dükkana bakmaya başladı. O öyle bakınca Rum olduğunu anladım, dışarı çıkıp “merhaba” dedim. Rumca merhaba deyip, ardından da İngilizce “Bu dükkan bizimdi” dedi.
Ben de “Gel buyur, içeriye bak” dedim. Adam biraz çekingendi, tereddüt etti. O an babam hayatım boyunca unutamayacağım bir hareket yaptı. Dükkandan çıkıp Rum’un yanına geldi. Konuşmalarımızı duymuştu. Elinde dükkanın anahtarları vardı, Rum’a uzattı “Al bunları, sana dükkanını geri veriyorum!”
Rum birdenbire hıçkırıklara boğuldu, bana sarıldı. Uzun süre dükkanın önünde ağladık. Yanılmıyorsam adı Marios’tu.
Sonra benden Gelibolu bölgesindeki evine gitmek için yardım istedi. Arabaya koyup götürdüm, evleri ilkokulun oradaydı. Arabadan indi, hıçkıra hıçkıra ağlıyordu, eve doğru yürüdü, kapının önünde yaşlı bir kadın vardı, evin önünü süpürüyordu. Ona yaklaşıp “Teyze, bu adam güneyden geldi, evi buymuş, bakmasına izin verir misin?” diye sordum. Kadın kollarını açtı “Vay manamu” dedi, “gel bak tabii!”
Hep birlikte içeriye girdik, Marios ağlıyordu, ben ağlıyordum, kadıncık da ağlıyordu…O günler işte böyle hikayelerle geçti, gitti.
Muhtemelen, herkesin bu konuda bir hikayesi vardır.
Şimdi o günlerin üzerinden tam 20 yıl geçti…Koca 20 yıl!
O gün doğanlar bugün üniversiteye gidiyor ve Kıbrıs sorunu hala daha çözümsüz yerinde sayıyor, hatta geri gidiyor!
Çözümün dokunacak kadar yakın olduğu o günlerden, bugünlere uzanan hikayemizin nasıl da bizi daha kötü bir hale soktuğunu ise çok açık görüyoruz.
Yine o günlerde kapıların açılışını pek hazzetmeyen ve “bölünmeyi kalıcılaştıracak” diyen rahmetli Hristofiyas'ı da hatırlıyorum. Annan planını reddederek bizi yok oluşuma sürükleyen AKEL'in o günkü Genel Sekreterinin kehaneti bugün doğru çıkmış gibi görünüyor. Gerçi plana hayır diyerek buna büyük katkısı oldu ama yine de her şey bitmedi!
Bizim mücadelemiz ise hiç bitmedi!
Barış için, yeniden birleşme için, dünya ile kucaklaşmak için mücadeleye devam ediyoruz ve aynı sloganı tekrarlıyoruz!
Kıbrıs'ta Barış Engellenemez!
Engellenemeyecek...
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.