Bir seçimin kendimce analizi… 

Yayın Tarihi: 27/06/23 07:00
okuma süresi: 10 dak.

Öncelikle Sami Özuslu’yu kutlarım. Kendisi camianın duayenlerindendir ve nihayetinde federalist birisi olarak meclise girmiştir.  

Ancak 25 Haziran seçimlerine ve sonuçlarına koyacağım olumlu tek görüş sanırım giriş cümlemdir, o kadar. O yüzden en başa yazıp kurtuldum.  

Makalelere biraz ara verdim. Ruh halimden tutun da binbir türlü bahane uydurup yazmadığım o kadar makale var ki şaşıyorum. Kayıtsızlığıma şaşıyorum ama bu konuya sonra geleceğim.  

Ancak az önce kahve içtiğim Canan Onurer’in “e artık bir seçim analizi yaparsın” lafı üzerine goflanıp eve geldim ve bu satırları da annemin masa olarak kullandığı eski Singer dikiş makinesi üzerine konuşlanmış bilgisayarımda yazıyorum. Tabii bu gofta Canan’ın tatlı sesi ve güzel yüzü de etkili oldu. Havaya girsin diye yazıyorum.  

Fakat size yemin ederim, o kadar çok seçim analizi yapmak istemiyorum ki, bu cümlenin başlangıcına dönmek için haybeye yazdığım ve genel olarak hayata küskünlüğümü anlatan 500 kelimeyi silip, tekrar yazmak zorunda kaldım. 

Halbuki benim gibi azılı bir sistem karşıtı boykotçu için kaydedilen katılım oranı nefis bir şey: 29.92! 

Tüm zamanların en düşük katılım oranı ve bunu rejimin bekçilerinin inadına boykotçulara, kayıtsızlara ve usanmışlara yazıyorum. Ne de olsa bizzat kendim de her üç grupta da varım. 

İşin şakası bir yana 210 bin kişinin sadece 62 bin kişisinin oy kullandığı bu ara seçim bir çok bakımdan dikkate alınması gereken, üzerine çeşitli okumalar yapılması gereken bir meseledir.  

Gerçi Ocak 2022’de yapılan son genel seçimlerde o güne kadar kaydedilmiş en düşük katılım oranı ortaya çıktığında (57.41) aynı siyasetçilerimiz, aynı konuşmaları yapmışlar ve “halkımızın sandığa küsmesinin sebeplerini samimi olarak dikkate alacağız” tadında açıklamalar yapmışlardı.  

Almadılar. Hatta umurları bile olmadı. Mecliste süregelen ve parmak tiyatrosu diyebileceğimiz gösteriler devam edip gitti, toplum yararına hiçbir gelişme yaşanmadı. Fakirlik, pahalılık arttı, insanlarımız göç etti, bu arkadaşlar da meclis kürsüsünde kavga edip, komitelerde anlaşarak yollarına devam ettiler.  

Bir kişi hariç: Kudret Özersay. 

Kudret hoca Pazar gün yapılan saçma sapan seçim için “bizi 30 milyon TL zarara soktu” şeklinde son derece sığ, son derece mesnetsiz suçlamalara maruz bırakıldı.  

Halbuki hoca ne yapmadı?  

Bir yandan gayrı-meşru hükümet deyip, öte yandan güya meşru muhalefet yapıp, 100 bin TL’yi takır takır cebe atmak yerine, sine-i millete döndü. 

Yazılar, programlar kayıtlı şekilde durmaktadır. Hoca, hükümet dönemlerinde en çok benim elimden eleştirilerimden çekti diyebilirim. Ama sine-i millet kararını alkışladım, çünkü doğru bir tavırdı ve CTP’nin de buna uyması gerekirdi. 

Bırakın CTP’yi, hocanın kendi vekilleri bile uymadı. Nihayetinde, onun istifası sonrası mecliste yaşananlar, zorla geçirilen yasalarla birlikte Kıbrıslı Türklerin başına örülen çoraplar hız kazandı.  

Ama hocanın üzülecek bir tarafı yok. Hele de dünkü sonuçtan sonra. Zira ortaya çıkan sonucun bir ‘tokat’ olmasının yanı sıra meşruiyeti tartışmalı bir meclisin bir kez daha ispatıdır. 

Bazı abiler bu şekilde yaptığım yorumları “CTP’nin zaferine gölge düşürmeye çalışıyorsun” diye niteliyor. Aman, ağzınızın tadı kaçmasın, öyle bir niyetim yok ama ille de ısrarcıysanız kaçsın, sözlerimin ve yorumlarımın arkasındayım.  

Dolayısıyla seçim dönemi CTP’nin verdiği “yeni dönemin başlangıcı olacak” şeklindeki iddianın altının doldurulmasını rica edeceğim. Hatta doldurmak için kum çakıl ne varsa ben de atmaya hazırım ama bir yandan da düşünüyorum. Bu iş nasıl olacak? 

Hani arkadaşlar proje manyağı çıktı, boykotçuyuz diye “boykot ettiniz tamam, projeniz nedir?” diye sorarlar ya ben de modaya uyup soruyorum: Bu dönem nasıl başlayacak? 

Öyle ya, bir sonraki seçim 2027 Ocak ayında, malum. O güne kadar bu hükümeti götürmek ve erken seçim vasıtasıyla iktidara gelmek için ne yapmayı düşünüyorsunuz?  

Vallahi hazır sormuşken, ben birkaç formül düşündüm ama zannederim iki formül var. 

Bunlardan birincisi, adına gayrı-meşru dediğiniz bu hükümeti istifaya ve erken seçime zorlamak için meclisten çekilmektir. Bundan hoşlanmıyorsunuz biliyorum ama önünüzde ciddi bir zaman ve fırsat var. 

Yani şöyle: Ekim’de meclis açıldığında hep beraber toplanıp, boykot kararı alıp, meclisten çıkıp gitseniz, hükümet 1-2 ay anca dayanır, dağılır. 1990 örneğini kendinize yontarak açıklıyorsunuz ama o günün konjonktürüyle bugünün konjonktürünün ya da kitle iletişim araçlarının bir olmadığını gayet iyi biliyoruz. Dolayısıyla sizin yaydığınız korku üzerinden yani “UBP seçim yapıp tüm koltukları dolduracak, sonra yasaları geçirecek” üzerinden gitsek bile, UBP ve türevleri öyle bir karar alsa bile oluşan sinerjide boğulurlar, o seçimi yapamazlar. Öte yandan 1990 boykotunun, 1992’ye gelindiğinde UBP’yi ortadan karpuz gibi ikiye böldüğünü ve bunun da CTP’nin ilk kez iktidara gelmesiyle sonuçlandığını nedense hep ıska geçiyorsunuz. Ben geçmem. Ve eminim, böylesi bir tavrın sonucu yine aynı şekilde, size yarar şekilde gerçekleşecektir. 

İkinci formül ise UBP içinde kopacak taht kavgası sonucu hükümetin kendi kendini imha etmesi formülüdür. Seçim sonuçlarına bakacak olursak bu ihtimalin de güçlü olduğunu söyleyebiliriz çünkü UBP seçmeni açıkça Ünal Üstel’i istemediğini bu seçimle birlikte göstermiştir. 10 yıl sonra CTP’den yenilen dayak, UBP için öldürücü darbe anlamına gelebilir. Gelebilir ama burada bilinmeyen şey Üstel’in Türkiye desteğinin boyutu ve karşısındaki UBP muhalefetinin cesaret ölçüsüdür. Bir kere Ünal Üstel kendisine kurulan bu kumpasın hesabını sormak zorundadır. Zira seçimi CTP’nin kazanmasından çok UBP’nin kendi kendine kaybetmesi olarak yorumlamamız gerekmektedir. Bu durumda Üstel’e bu seçim kaybettirilmiştir. Bunun hesabını soracak mı yoksa o da CTP stili ‘kol kırılır yen içinde kalır’ diyerek baltaları gömecek midir? 

Velev ki Ünal abi gömmedi, baltayı vurdu ama taşa vurdu, UBP kavgaya girdi, erken seçime gidildi. O zaman CTP, kendi oyunu yerine, UBP için kurulacak oyuna iştirak etmek zorunda kalacak ve siyasetini UBP’nin karışıklık üzerinden kotarılan hususlara göre yapacak, çeşitli kirli oyunlara soyunmak zorunda kalacaktır. 2013 rahmetli İrsen Küçük seçimi bunun en canlı örneğidir. Kesilen kurdeleler, döşenen borular ve dahası, o seçim sonrası kurulan CTP başkanlığındaki hükümetler döneminde yapılmıştır. Kurulacak oyuna iştirak ve bunun bedelleri elbette kolay ödenen bedeller olmaz. 

Velhasıl kelam, 25 Haziran seçimlerinin ortaya çıkardığı oldukça fazla sonuç vardır. Mesela adanın en önemli iki sol geleneğinden birisi olan TKP’nin devamı niteliğindeki TDP’nin zoru başarması bunlardan bir tanesidir. Zor başarmadan kastım ise şudur: TDP adayı ve 22 Ocak olaylarının kahramanı Tacan Reynar’ın adaylığı YSK tarafından düşürülünce ortaya önemli bir durum çıktı. Çünkü alınan karar haksızdı ve halk bu karara tepki gösterdi, sahip çıktı. Yani TDP, seçime girmeden seçimin kazananları arasında kendiliğinden girdi. O dakikadan sonra yapılması gereken şey belliydi: Bir tavır koyup, seçmenini yönlendirmek. Ki bunlar, boykot ya da bir başka partiye destek açıklaması yapmak ya da serbest bırakmaktı. TDP bunların hiçbirini yapmadı. Bunun yerine Tacan Reynar gidip oy verdi, ondan önce çıktığı programlarda adı oy pusulasında olacağı için ‘tepki oyundan bahsetti.’ Bu da yetmedi, parti MYK’sı kişiler ‘tepki oyu mührü’ istediler. Partinin ağır abisi Mehmet Harmancı ise Reynar’ın adını ağzına dahi almadan, gidip oy kullandı bambaşka bir tavır sergiledi. Parti başkanı Mine Atlı ise sessiz kaldı.  

Nihayetinde seçim gecesi ortaya çıkan manzarada Reynar’ın isminin karşısında %1.24 yazıyordu! Seçim öncesi ortaya çıkan müthiş sinerji dağınıklık yüzünden harap edildi, bunları dillendiren Ulaş Barış ise arkadaşların gazabına uğradı. Ancak buradan yazıyorum, sözlerimin arkasındayım, yanlış yaptınız ve büyük bir fırsatı teptiniz. Umarım özeleştiri yaparsınız.  

Neyse, yine bin kelimeyi geçtik. Buraya kadar vardıysanız ne mutlu bana. Demek ki bir heyecan yaratmışım! 

Bunun dışında #kayıtsızım. Yeni mottom bu. Hayatımı kayıtsızlık üzerine yeniden inşaa etmeye başladım. Başarırım, başarmam bilmem ama bu deli pazarı gibi yerden cidden çok usandım.  

50 yaşında yorgun değil belki ama cidden usanmış bir adam var artık. O yüzden hayat 50’den sonra başlar derler ya, ben de öyle diyorum.  

Bakalım…


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.