Kakofoniye dönüşen öğleden sonra eğitimi ve bir rapor…
Ülkemizin en önemli sendikalarından KTÖS, kamu okullarında apar topar uygulanmaya başlanan ve sorunlar yumağına dönüşen öğleden sonra eğitimin iki güne çıkarılmasıyla ilgili önemli bir araştırmaya imza atmış.
Esasında Milli Eğitim Bakanlığının görevi olan böylesi bir araştırmayı KTÖS’ün yapması ve sonuçlarını açıklamasını çok önemli buluyorum.
Basın için en beylik haberler, tartışmasız olarak her yıl sorunlarla açılan, sorunlarla devam eden ve sorunlarla biten öğretim yılı haberleridir.
2023-2024 eğitim dönemiyse zaten var olan sorunlara ek bu öğleden sonra işiyle birlikte daha da büyük sorunlara sahip olmuş gibi durmaktadır.
Konteynerlerde, soğuk ve çamurun içinde okutmaya çalıştığımız çocuklarımız, yeni uygulamayla birlikte aç bilaç eğitim görmeye başlamış bulunuyor.
Toplam 73 öğretim kurumundan öğretmenlere sorularak hazırlanan rapora göre, öğretmenlere ‘bu yeni sistemin sürdürülmesi için en öncelikli ihtiyaçlarınız nedir?’ diye sorulmuş.
Alınan cevaplara göre en büyük sorun yüzde 89’luk oranla ‘fiziksel alt yapı sorunları’ görülürken, ikinci sırada hangi ihtiyaç var dersiniz? Yüzde 63’lük oranla ‘öğle yemeği’ yani beslenme!
Düşünebiliyor musunuz, hiçbir elle tutulur hazırlık yapmadan aniden pat diye bir gün olan öğleden sonra eğitimini iki güne çıkaracaksınız ve bu eğitimlere katılmak zorunda olan öğrenciler öğle yemeği için ya maddi kaynak ya zaman ya da yemekhane bulamadığından aç kalacak!
Yahu cidden düşündük sonra asaplarım bozuluyor. Öğretmen dostlarımız okullarda açlıktan bayılan çocuklarımızı anlatıyor!
Böyle bir saçmalık olabilir mi? Bir de yetmiyormuş gibi bakanlık okullara yapılan yemek yardımı ödeneği keyfi bir kararla neredeyse yüzde 60 oranında azaltılınca, çocuklarımızın yemek ızdırabı daha da artmış durumdadır.
Öğretmenlerin verdiği cevaplara göre (yüzde 53) öğrencilerimiz beslenme sorunu yaşıyor. Bizzat kendi cebinden öğrenci yediren öğretmenler biliyorum ama nereye kadar?
Elbette sadece yemek sorunu üzerinden konuşacak değilim. Ancak dediğim gibi, zaten alt yapı, öğretmen, müfredat ve daha birçok eksikten mustarip bir sisteme bir de aç öğrenciler eklenmesi hiç de kabul edilir bir durum değildir.
Öte yandan öğretmenlerimiz bu uygulamanın hem verimsiz (yüzde 90) hem de sürdürülebilir (yüzde 89) olmadığını düşünüyor.
Gerçi basınımızın kimi keskin kalemleri ve kadim sendika düşmanlığından beslenen çevreler, öğretmenlerin bu haklı tespitlerini “bunlar öğleden sonra eğitime karşı çünkü özel dersten malı götürüyorlar” şeklinde Goebbels tarzı propagandalarını sürdürüyorlar.
Fakat işin gerçeğine baktığımızda, eğitim yılı başından bu yana eğitsel faaliyetlere katılım azalmıştır. (Yüzde 52) Çünkü öğrenciler ve veliler sadece öğle yemeği konusunda değil, taşımacılık konusunda da sıkıntılar yaşamaktadır.
Yani düşünün, öğle zili çaldığında otobüslere yığılan çocuklar, evlerine bırakılıyor ardından da daha 15 dakika geçmeden yine aynı şekilde evlerinden alınıyor.
Yahu böyle bir saçmalık olabilir mi? O çocuklara yazık değil mi? Velilere yazık değil mi?
Madem böyle bir işe girişeceksiniz, okullara gerekli yemekhane alt yapısını yaparsınız, herkesin karnını okulda doyurursunuz, sonra da faaliyete devam edersiniz.
Dolayısıyla bu yapılan uygulama ne ekonomiktir, ne çevrecidir ne de akılcıdır. Çevrecilikten kastım onlarca, belki yüzlerce otobüsün havaya egzoz dumanı saça saça gidip gelmesidir.
Rapor, işte bu sorunları tek tek ortaya koyacak nitelikte bilgiler veriyor. Mesela öğretmelerin yüzde 62’si öğleden sonra yapılan eğitsel faaliyetlerde sorunlar olduğunu düşünüyor.
En büyük sorun da grupların kalabalık olması olarak öne çıkıyor. Kalabalık gruplar hem öğretmenleri zorluyor hem de o faaliyetin öğrenci fazlalığı açısından verimsiz olmasını sağlıyor. Buna bir de çok uzun süredir giderilmeyen öğretmen eksikliği sorunu da eklenince ortaya çıkan şey eğitim değil, kakofoni oluyor.
Yani taşımacılık ve zamanlama, uzun eğitim süresi ve yorgunluk, beslenme ve sağlık, öğretmen ve materyal eksikliği, derken eğitim programlarının yetersizliği de işin içine girince, ikinci gün eğitimin tam bir ızdıraba döndüğünü anlamak hiç de zor değil.
Ha bunun bir de özel eğitim okulları durumu var ki, oradaki çocuklarımız bütün bu yukarıda saydıklarıma ek bir de ilaç yönetimi konusunda sıkıntılar yaşamaktadır.
Bu arada sendika, en yakın komşumuz olan güneydeki duruma bakarak, karşılaştırma da yapmış.
Güneyde öğleden sonra faaliyetleri okulların durumuna göre gönüllü veya mecburi olarak sürdürülüyor. Yani gereksiz, sürdürülebilirliği olmayan işlere hiç girmiyorlar. Oradaki ilk eğitimin 6 yıl olduğunu da hatırlatmak gerekir.
Bu ön bilgiler ışığında güneyden Strovolos ile kuzeyden Gönyeli İlkokulunun karşılaştırıldığı verilerde dramatik sonuçlar mevcut.
Mesela güneyde öğleden sonra eğitim 2 değil tam 4 gün! Ve hemen hemen hiçbir sıkıntı yaşanmıyor.
Güneydeki okul 14 sınıf ve 290 öğrenciye sahipken Gönyeli’de 27 sınıf ve 759 öğrenci var. Ortalama sınıf mevcudu güneyde 21, kuzeyde ise 28 kişi olarak dikkat çekiyor.
Strovolos’un iki tane yemekhanesi varken Gönyeli’de hiç yok. Yine Strovolos’ta branş ve etkinlik odaları, üstü kapalı dinlenme alanları varken, yine Gönyeli’de bunlardan sıfır tane var.
Yemek konusuna gelince (rapordan alıntıyla): Öğle yemeğini tüm öğrenciler okulda bulunan ve her biri 150 kişilik kapasitesi olan iki tane yemekhanede yiyor. Öğrenci başına aylık olarak 52 Euro ödenmektedir (günlük 3.5 Euro) ve bunu aileler karşılamaktadır. Okuldaki öğrencilerin %20’sinin yemek masrafları bakanlık tarafından karşılanıyor. Öğle yemeğini karşılayamayan öğrencilerin bir kısmına bakanlık sabah kahvaltısı da tedarik ediyor.
Yani anlayacağınız varsa, eşit egemenlik diye yeri göğü inleten ve yıllardır eğitim sistemimizi çıkmaza sürükleyen hamaset kafalarının daha zorla okulda tuttukları öğrencilerimizi yedirmekten aciz olduğunu söylemek gerekmektedir. Eğitim müfredatımızı getirdikleri çağdışı, gerici ve verimsiz hali hiç saymıyorum!
Yazının başında dediğim gibi, Milli Eğitim Bakanlığının hazırlaması gerektiği bu raporu hazırlayan KTÖS olmuştur. Kimileri sendikayı muhalefet yapmak için fırsat kollamakla da suçlamaktadır ama esas sorun bakanlığın sendikayı bir nevi ‘düşman’ görmesinden kaynaklanmaktadır.
Kıbrıs Türk halkının en önemli mücadele taşlarından bir tanesi olan KTÖS’e tarihin her döneminde egemenler tarafından saldırılması bundandır.
Uzatmayayım, göreve geldiğinden beri yılmadan çalışan, bilimsellikten ve çağdaşlıktan geri adım atmayan, bu bağlamda KTÖS geleneğini sürdüren sevgili Burak Maviş ve ekibine hazırladıkları bu rapor için teşekkür ederim.
Umarım en kısa zamanda sorunlar giderilir ve bu iş layığıyla uygulanır.
Ha eğer layığıyla yapılmayacaksa da umarım sonlandırılır…
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.