Basit bir yemek mi yoksa yeni bir süreç mi?

Yayın Tarihi: 04/10/24 07:00
okuma süresi: 8 dak.
A- A A+

Genel Sekreter Antonio Guterres bir kez daha Kıbrıs sorunu konusunda inisiyatif alarak Ersin Tatar ve Nikos Hristodulidis’i 3’lü bir görüşmeye çağırdı.

Gayriresmi bir yemek şeklinde düşünülen toplantı, 15 Ekim’de New York’ta gerçekleşecek.

Tatar’ın ofisi geçen akşam bu bilgiyi basına açıklarken, son derece net çizgilerde yemekte herhangi bir ‘ajanda’ olmadığını ve yemeğin federal bir müzakereye başlangıç anlamına gelmediğini belirtti.

Bu da yetmedi, Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu da topa girerek, yemeğin sadece bir “yemek” olduğunu ve federal çözüm müzakerelerinin öldüğünü bir kez daha vurguladı.

New York dönüşü korka korka yemek teklifini kabul ettiğini açıklayan Ersin Tatar’ın bu korkusu elbette ülkemizdeki çözümsüzlük cenahının feveranlarındandır. Tahsin abinin başını çektiği bu cenahın, “Lefkoşa’da aslan, New York’ta fare” diye Tatar’a sallamasının sebebi, çözüm için atılan herhangi bir adıma karşı olan peşin hükümdür. Bu iddialı lafları tam da bu yüzdendir.

Öte yandan Tatar, bir taraftan “geri adım attın” diye kendisine yüklenen çözümsüzlük cephesiyle uğraşırken, New York’a Cumhurbaşkanlığı PR çalışması için gittiği sonradan ortaya çıkan CTP lideri Tufan Erhürman’ın koltuğu için çok ciddi bir aday olduğunu bu ziyaret sonucu tam olarak anlayıp iyice bunalmış durumdadır.

Öyle ki Tatar, normal şartlarda gidilen bir seçimde Erhürman karşısında rezil olacak bir sonuç alabileceğini çok iyi bilmektedir. Erhürman’ın bu ziyarete kendi inisiyatifiyle değil, Ankara ile istişare ettikten sonra gittiğini bilmesi de zaten onun açısından kıskanılacak bir durumdur.

Dolayısıyla bir şeyler yapması gerektiğinin farkındadır. Çünkü şu ana kadar görev yapan KKTC Cumhurbaşkanları içinde gezi rekoru kırmak dışında herhangi bir başarısı yoktur. Herhangi bir kapı açmamıştır, hiçbir metne imza atmamıştır ve müzakere de etmemiştir.

Cenevre’de, Nisan 2021’de ortaya atılan tezlerin bayatlamış ve hiçbir sonuç alınmayan “KKTC tanınsın” tezlerinin içinde “KKTC” kullanılmadan sunulmuş yeni bir şekli olduğunu herkes gibi kendisi de bilmektedir.

Haliyle, Tatar’ın bir başarıya ihtiyacı vardır. Bu çok açıktır.

Bu üçlü yemek meselesinin bir sebebi tam olarak budur. Diğer sebebiyse Türkiye’nin dış politika anlamında birtakım girişimlerde bulunması ama özellikle de Türk-Yunan yakınlaşmasıdır.

Elbette geniş ölçekte bu yakınlaşmanın hem Doğu Akdeniz denklemi hem de AB-Türkiye ilişkileri bakımından son derece büyük önemi vardır.

Daha evvel de binlerce kez dile getirdiğimiz üzere içinde Kıbrıs sorununun kalmaya devam ettiği bir Türk-Yunan yakınlaşması kötü bitmeye mahkumdur.

Ellerinde olsa, özellikle de Yunanistan, iki ülke ilişkilerinde Kıbrıs lafının geçmesine bile izin vermez.

Ama sahadaki gerçekler başka türlüdür. Bu yüzden de Kıbrıs sorunu aslında iki ülke adına da (birtakım çıkar grupları dışında) sürdürülebilir değildir.

Elbette bu noktada çok geniş bir şekilde jeostratejik önemleri de bir yere koyup değerlendirme yapabiliriz ama gerek Orta Doğu gerek Rusya-Ukrayna meselesi gerekse de Doğu Akdeniz’deki enerji denklemi bakımından Kıbrıs sorununun bir şekilde siyasi çözümü elzemdir demek zor değildir.

Fakat statükonun devamı isteyenlerin sayısı da hiç az değildir.

Yılların statükosu hem organik bağlar hem organik zorunluluklar ve buna bağlı yalan yanlış tabular yaratmış, Kıbrıs sorunu da içi boş hamasi sloganlara teslim olmuştur.

Ama biz bunları bir kenara bırakıp, 3’lü yemeğin durumuna bakacak olursak, ya Genel Sekreter de Kıbrıs tarzı ‘dostlar alış-verişte görsün’ bir anlayışla bu yemeği çağırmıştır ya da bizim tam olarak anlayamadığımız bir iş vardır demek mümkündür.

Bu anlayamadığımız iş, önce Tahsin abinin dilinin altından çıkan 4+1 şeklindeki görüşme meselesi olabilir.

Sonradan Tatar’ın da dillendirdiği ve New York dönüşü 3’lüyü açıklarken söylediği üzere, bu yemek 4+1 için bir zemin arayışıysa ortada iki tane teori vardır.

Bunlardan birincisi 5.taraf, yani İngiltere neden işin içinde değildir şeklindeki sorudur.

Geçen gün programına katılan HP lideri Kudret Özersay’a göre bu durum bir miktar gariptir ama nihayetinde İngilizlerin sürece katılacağı düşünülmektedir. Öte yandan Özersay, Rumların, İngiltere’yi kendine ittifak gördüğü için illa ki sürece dahil edileceğini söylemektedir.

Fakat niye ilkten değil?

Bu durumda akla gelen ikinci şey, zaten başarısızlığa mahkum bir süreç olmasından mütevellit, İngilizlerin yapacak daha iyi işleri olmasıdır.

Bu kadar basit olabilir mi?

Bir üçüncü teori de Türkiye ile Yunanistan arasında birtakım formüllerin konuşulduğu, bir takım iş birliklerinin gündemde olduğu ve Yunanistan’ın, Türkiye ve Rumlar arasında arabuluculuk yaptığı söylentileridir.

Daha önce AKP’nin en üst düzey temsilcilerinin Eski Başkan Anastasiadis ile Trodos’taki ikametgahında buluştuklarını sağır sultan bile bilmektedir.

Zaten bu iki devletli çözüm işini de başımıza musallat eden Anastasiadis’in ta kendisidir.

Ben yine de 4+1 işine dönecek olursam, doğrusunu söylemek gerekirse bu bayağı önemli bir adım olur diye değerlendiriyorum.

Fakat bu noktaya varana kadar büyük başka bazı problemlerimiz vardır. Bunların başında geleni de yazının başında belirttiğim gibi yemekteki ajanda meselesidir.

Tatar “ajanda yok” demektedir. Hristodulidis ise “ajanda bellidir. Bu da Crans’ta bıraktığımız yerden tekrardan çözüm müzakerelerinin başlama ihtimallerini konuşmadır” demektedir. Yani federal çözüm!

Bense şöyle düşünüyorum: BM kriteri diye bir şey varsa; BM’nin Genel Sekreterinin mandası da bu kriterlerse ve bu kriterler iki toplumlu, iki bölgeli, siyasi eşitliğe dayanan bir federasyonu işaret ediyorsa, başka ne ajanda olacaktır?

Ha BM işi gayriresmi yaparak, herkes gelsin istediğini söylesin şeklinde bir yere getirdiyse onu bilemem.

Herkes gelip istediğini söyleyecekse, o zaman Türk tarafı iki devletli çözüm konuşacak, muhatabı da federasyon diyecek, konu başlamadan bitecektir.

BM bunu mu istiyor?

Genel Sekreter son bir kez daha tarafları dinleyip, federal çözümün bittiğini mi ilan edecek?

Yoksa adına federal çözüm denmeyecek ama illa ki federal bir çözümün muhteviyatını taşıyacak bir formül buldu da bunu mu söyleyecek?

Bazıları varılacak anlaşmanın bir çeşit konfederal yapıyla-desentralize ya da gevşek federal yapı arasında bir yerde olacağını söylüyor.

Bazıları, aynen federal çözüm müzakerelerinde olduğu gibi Türk tarafının toprak vereceği, Maraş’ı vereceği ve bu şekilde iki devletli bir iş birliği modeli ortaya çıkartılabileceğini söylüyor.

Yani söylenti çok ama ortada elle tutulur bir argüman yoktur.

Onu bunu bilmem ama eğer 15 Ekim’deki toplantıdan sonra elle tutulur somut bir adım ortaya çıkmazsa, bunun en büyük sorumlusu BM olur.

Çünkü atılan ve boşa çıkan her adım adadaki çözüm umutlarını daha da gömmekte, toplumları da birbirine yabancılaştırmaktadır.

Umarım BM de bunun farkındadır.

Basit bir yemek mi, yeni bir süreç mi?

Sanırım bunu 15 Ekim’de anlayacağız…


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

Diğer Ulaş BARIŞ yazıları