Kıbrıs için umutlu bekleyiş sürüyor…
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in 15 Ekim’de New York’ta yapılan yemek sonrası aldığı ve Kıbrıs’ta çözüm müzakerelerinin yeniden başlatılmasını hedefleyen iki inisiyatifinden henüz beklenen haberler gelmiş değil.
Bunlardan ilki olan ve adada yeni geçiş kapılarıyla ilgili iki liderin bir araya gelmesini öngören toplantı henüz yapılmış değil. Ancak liderlerin özel temsilcileri görüşmeleri sürdürüyor. Öte yandan Kıbrıs’taki halkların gündelik yaşamına pozitif yönde dokunacak ve bir çeşit güven yaratacak bu adımla ilgili yine adaya ziyaret yapması beklenen BM Genel Sekreter Yardımcısı Rosemary Di Carlo’dan da ses seda yok.
Guterres’in düşündüğü ikinci ve daha geniş kapsamlı adım olan çok taraflı konferansın akıbeti de belirsizliğini koruyor.
Bir ara Aralık ayı başı yapılacak denilen, ardından Rum basının “5 Ocak” olarak net tarih verdiği konferans konusunda herhangi bir teyit yok.
En son geçtiğimiz hafta Brüksel’deki temasları sırasında konferansla ilgili bir soruya “Ocak sonu olabilir” diyen Ersin Tatar’ın bu iddiasına da hiçbir teyit gelmiş değil.
Güney’in en çok satan gazetesi Filelefteros’ta dün çıkan bir habere göreyse Guterres’in yeni inisiyatifiyle ilgili “New York’tan ses yok” ifadesi kullanılıyor.
Gazeteye göre, Kıbrıs Cumhuriyeti temsilcileri hem konferans, hem de Di Carlo’nun ziyaretiyle ilgili New York nezdinde diplomatik temaslarını artırırken, iki taraf arasında bu yıl yapılması öngörülen tek temas, BM’nin her yıl düzenlediği yeni yıl resepsiyonu olarak gösteriliyor.
Bu yıl 10 Aralık’ta Ledra Palas’ta yapılacak olan resepsiyona, Tatar ile Nikos Hristodulidis’in de katılacağı öngörülüyor.
BM tarafından her yıl geleneksel olarak düzenlenen resepsiyon geçmişte önemli kararların alındığı etkinliklere de dönüşmüştü.
Mesela 2016 yılında yapılan resepsiyonda, o dönem Mont Pelerin zirveleri sonrası çöken Kıbrıs müzakereleriyle ilgili sürpriz bir karar çıkmış ve dönemin liderleri Nikos Anastasiadis ile Mustafa Akıncı tıkanan görüşmeleri yeniden başlatmıştı.
Hatırlıyorum da resepsiyonda bolca içki tüketip, duygusal konuşmalar yapan iki lider, 2017 Cenevre zirvesine olur vermişler, ilgili açıklama da dönemin BM Özel Temsilcisi Espen Barth Eide tarafından gece 3.30’da bir iletiyle duyurulmuş ve hepimiz sürpriz bir sabah uyanmıştık.
Ocak’ta yapılan Cenevre zirvesi ardından Crans Montana’ya uzanmış ancak Kıbrıs sorunu yine sonuçsuz kalmıştı.
Nostalji yapmayı bir kenara bırakırsak, en az konferans tarihi kadar belirsiz olan şey orada ne konuşulacağı konusudur.
Mesela geçtiğimiz Cuma günü güney Lefkoşa’da Kıbrıs Teknoloji Üniversitesi'nde düzenlenen bir etkinlikte konuşan Kıbrıs Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Constantinos Kombos, kapılarla ilgili toplantının beşli görüşmelerden önce yapılacağını belirtirken, Başkan Hristodulidis’in müzakerelerin yeniden başlatılması için sürdürdüğü yoğun çabalarının sonuç verdiğini ancak bunun “olumlu bir sonucu ya da diyaloğa dönüşü garanti etmediğini” söyledi.
Eylemsizliğin bir seçenek olmadığını vurgulayan Kombos, kendilerinin “Genel Sekreteri doğru yönde, Güvenlik Konseyi kararları ve ilkeleriyle sıkı sıkıya uyumlu yeni bir girişimde bulunmaya ikna etmesi gerektiğini” de belirtti.
Devamla Kombos “Müzakere zemini BM çerçevesidir, çözüm zemini budur. Bu çerçevenin dışında herhangi bir şey, herhangi bir yaratıcı fikir ya da çemberi daraltma girişimi bizi mutabık kılmayacaktır” ifadelerini kullandı.
Yani kısacası Rum tarafı federal çözüm dışında herhangi bir çözümün söz konusu olamayacağını yeniden teyit etmektedir.
Buna karşılık gerek Ersin Tatar’ın gerekse de Türkiyeli yetkililerin “federal çözüm ölmüştür” açıklamalarını düşününce, ortada herhangi bir ortak zeminin olmadığı açıkça görülmektedir. En azından şimdilik.
Şimdilik diyorum çünkü Türkiye’nin son 5 yılda son derece sert bir şekilde savunduğu ve taviz vermediği iki devletli çözüm modelinden açıkça olmasa da bir miktar çark ettiği bilinmeyen bir şey değildir.
Geçtiğimiz yılın başında 6 aylığına da olsa göreve atanan Maria Holguin’in temasları ve hazırladığı rapor, Türkiye’nin çözüm müzakerelerinin yeniden başlatılmasına yönelik attığı bir adım olarak değerlendirilmektedir. New York’ta gerçekleştirilen üçlü yemek de bu adıma emaredir.
Fakat benim değerlendirmem, Kıbrıs sorununu çözümüne has bir Kıbrıs modeli bulunacağı yönündedir. Nasıl ki Tayvan modeli, Singapur modeli gibi örnekler vardır, buna da Kıbrıs modeli denilecektir. Yani bir tür hibrid model.
Bu model, her iki tarafın isteklerinin ve düşüncelerinin bir kazanda kaynatılıp, BM kriterleri, AB hukuku, uluslararası hukuk gibi olgular ışığında bir formülasyona dönüşmesiyle kotarılabilir.
Ben daha önce kaleme aldığım birçok makalemde bu meseleyi değerlendirmiş ve “desentralize federal model, her iki tarafın düşüncesine en uygun modeldir” demiştim. Yani güçlü kurucu devletler ve zayıf ama daha işlevsel ve de evrimsel bir ortaklık modeli. Evrimselden kastım, adadaki gelecek nesillerin ileride daha kapsamlı (ve daha işlevsel) bir federal felsefeyle devam etmesidir.
İşin güvenlik ve garantiler kısmının nasıl çözüleceği ise bizden çok garantörlerin ve uluslararası büyük güçlerin meselesidir. Olası bir sürecin en kritik konusu muhtemelen bu olacaktır.
Tam bu noktada Türk-Yunan ilişkilerinden yaşanan bahar havası, iki ülkenin kadim bir takım sorunlarının çözüm odaklı olarak ele alınması ve yapılmak istenilen bir takım olumlu iş birlikleri, Kıbrıs sorununa da umut olmuş vaziyettedir.
Her ne kadar iki ülke yetkilileri “Kıbrıs sorununu iki ülke ilişkilerinden ayrı düşünmek lazım” yönünde açıklamalar yapsalar da Kıbrıs sorununun devam ettiği bir ortama Türk-Yunan ilişkilerinin akıbeti hiçbir şekilde oluruna varamaz.
Ve elbette konuya sadece Türk-Yunan ilişkisi bağlamında değil, geniş çerçevede, Türkiye-AB ilişkileri yönünde de bakmak gerekmektedir.
Belki de son dönemin en dramatik ortaklık kararında Türkiye ve Yunanistan, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) için ortak bir diplomatik strateji üzerinde anlaşmaya varmıştır. Buna göre Yunanistan Türkiye'nin Genel Sekreter adayını desteklerken, Türkiye de Yunanistan'ın kilit bir insan hakları pozisyonu için adayını desteklemektedir.
Bu oldukça olumlu kararın dışında bir diğer konu da iki ülkenin Ege’deki deniz yetki alanları konusunu Adalet Divanı’nda görüşmeyi arzulaması, bunun için zemin araması da önemli bir adım olur.
Bütün bunlara bakınca, Türkiye-Yunanistan yakınlaşmasının, Kıbrıs sorunun halli konusunda hayati olduğunu söylemek hiç yanlış olmaz.
Bu arada iki ülke arasındaki üst düzey temaslar devam etmektedir.
Geçtiğimiz haftalarda Atina’ya giden Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’dan sonra dün ve bugün, Dışişleri Bakan Yardımcıları Atina’da bir araya gelmiştir. Konular arasında illa ki Kıbrıs sorunu ve yapılması planlanan çok taraflı gayrı-resmi görüşme de vardır.
Dolayısıyla 15 Ekim’den bu yana geçen sürede resmi olarak henüz tam anlamıyla bir temas ya da gelişme olmasa da tüm tarafların birbiriyle temasları sürmektedir.
Tabii bu noktada Genel Sekreter Guterres’in ajandasının da son derece vahim olaylarla dolu olduğunu hatırlatmakta fayda vardır.
Zaten var olan Rusya-Ukrayna ve Gazze meseleleriyle dolu olan ajanda son bir haftadır Suriye’de yeniden alevlenen iç savaşın da eklenmesiyle birlikte daha da yoğun bir hale bürünmüştür.
Bütün bu talihsiz ve sıcak olaylar Genel Sekreterin buralara yoğunlaşmasına yol açmakta, soğuk ve donuk Kıbrıs sorunu kendini gündemin son sıralarında bulmaktadır.
Ama enseyi karartmamakta fayda vardır. Elbette bu karanlık günlerin sonu bir gün gelecek ve özlediğimiz umut güneşi illa ki doğacaktır demek istiyorum.
2024 istediğimiz gibi geçmedi. Belki 2025’te özlediğimiz çözüme ulaşırız. Kim bilir…
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.