Eski bir makale ve boşa harcanan yıllar…
Aşağıdaki makaleyi bundan 4 yıl kadar önce Kıbrıs Postası için kaleme almışım. Başlığını da “Kaptansız gemi ve hayasız güçler” diye atmışım, ne ilginç!
Makalenin girişindeki isimleri değiştirirsek, mesela Lute yerine Holguin yazarsak, aslında Kıbrıs sorununun nasıl bir kısır döngü içinde, sürekli kendini tekrar eden bir çözümsüzlük bataklığı olduğunu anlayabiliriz.
Elbette, yazıyı yazdığım zaman, yani 23 Kasım 2020’de, henüz Nisan 2021 Cenevre zirvesi gerçekleştirilmemiş, o zirvede sunulan 6 maddelik ‘iki devletli çözüm’ manzumesi henüz ortaya konulmamıştı.
Konuldu da ne oldu?
Makalede aynen şunu yazmışım: “Ersin Tatar'ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte, Kıbrıs Türk liderliği ve Türkiye tarafından dillendirilmeye başlayan 'egemen eşitlik' temelinde herhangi bir çözümün, yani adına iki devletli denilen çözüm modelinin masada olamayacağını ise pek tabii ki biliyoruz.”
Hayır, müneccim değilim. Nostadramus ile alakam yok. Ama Kıbrıs sorununu birazcık olsun bilenler bile, Kıbrıs Türk toplumunun çok değerli 5 yılının harcanmasına yol açan, umutları yerle bir eden bu formülün başarı şansının sıfır olacağını anlardı. Nitekim öyle de oldu. Dünya bunu kabul etmedi.
Haliyle Kıbrıslı Türklerin gemisinin ‘kaptansız’ bir şekilde oraya buraya savurulduğu, TDT masallarının anlatıldığı ama Bakü’den kalkan uçağın Ercan yerine Larnaka’ya indiği bu dönem, sadece Kıbrıslı Türklerin siyaseti açısında değil, Türkiye’nin de geldiği nokta bağlamında büyük bir başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Elbette makalenin geriye kalan kısmında neler yazdığımı göreceksiniz ama Kıbrıs’ta çözüm formülünün gevşek ya da desentralize bir model olabileceğini, bunun konfederal bir çözüm sanılmaması gerektiğini not etmeyi bilmişim.
Konfederasyon için iki tanınmış yapı gerekir. Bu denklemde bir tanınmış yapı vardır. Kaldı ki Kıbrıs Cumhuriyeti için konfederal bir yapı, kendisinden ayrılan ‘yasadışı ayrılıkçı entiteyi’ kabul edip iş birliği yapmaktır ki bu mümkün değildir.
O yüzden federal model, ‘güçlü kurucu devlet’ mantığı üzerinden, zayıf bir merkezi devlet mekanizmasında şekillenmek zorundadır.
Eğer bunların hiçbiri sağlanmıyorsa, Kıbrıs’ta bir çözüme ulaşılamıyorsa, adanın kuzeyinin Türkiye’nin bir vilayetine dönüşeceğini, eninde sonunda Hatay usulü bir referandumla entegrasyonun gerçekleşeceğini söylemek hiç mantıksız olmaz.
Ha burada ‘hayasız güçler’ diye kinaye yapıp bahse konu makalenin başlığına konu ettiğim ‘çözüm’ güçlerin, aradan geçen 4 yılda beni pek de haksız çıkarmadığını da yaşayarak gördük.
Neyse, daha fazla uzatmadan Tatar döneminin başlarında yazdığım makaledeki tespitlerimle sizi baş başa bırakayım
***Kaptansız gemi ve hayasız güçler…
(Kıbrıs Postası, 23 Kasım 2020)
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres'in Kıbrıs Özel Danışmanı Jane Holl Lute'un, bu ay sonu adada olacağı resmen açıklandı. Geçtiğimiz Cuma günü, New York'ta bir açıklama yapan BM Sözcüsü Stephen Djuracic, Genel Sekreterin, Lute'a resmen direktif verdiğini ifade ederek sürecin kaldığı yerden devam etmesi için girişimlerin hali hazırda başladığını belirtti.
Son zamanlarda bu konularla ilgili her şeyi Rum basınından öğrendiğimiz gibi, bu bilgileri de Rum basınından öğrendik.
Lute'un gelişi müzakerelerin tekrardan başlayacağı anlamına gelmiyor ancak Genel Sekreterin, yıl sonu ya da Ocak'ta bir gayrı resmi 5+1 konferans toplama niyetinde olduğunu hepimiz biliyoruz.
Böylesi bir konferansta ise masadaki çözüm modelinin iki bölgeli, iki toplumlu, siyasi eşitliğe dayanan bir federasyon olduğunu da biliyoruz.
Ersin Tatar'ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle birlikte, Kıbrıs Türk liderliği ve Türkiye tarafından dillendirilmeye başlayan 'egemen eşitlik' temelinde herhangi bir çözümün, yani adına iki devletli denilen çözüm modelinin masada olamayacağını ise pek tabii ki biliyoruz.
Dolayısıyla dönüp dolaşıp görüşeceğimiz şeyin federasyon olacağını, BM ve uluslararası çevrelerde bunun dışında bir formülün kabul görmediğini kalın çizgilerle buraya not etmekte fayda vardır.
Bu bağlamda geçen hafta Rum Dışişleri Bakanı Nikos Hristodulidis'in ortaya attığı ve aslında 2018'de Nikos Anastasiadis'in dile getirdiği "'gevşek' ya da 'desentralize' federasyon görüşelim" teklifinin büyük bir ihtimalle bu masanın konusu olmaya aday niteliktedir.
Son makalemde her iki formülün de iki devletli ya da konfederasyon denilen modelle aynı olmadığına değinmiş, arada hayati farklar olduğunu ifade etmiştim.
O makalemde, "gevşek ve desentralize modeller siyasi eşitliğin paylaşıldığı federal modellerdir, egemen eşitlik tahtında paylaşılan bir şey yoktur, paylaşım tek devlette siyasi eşitlik üzerinedir" ifadelerini kullanmıştım.
Güçlü kurucu (ya da oluşturucu) devletler üzerinden, merkezi zayıf bir federasyon anlamına gelen modeller olan 'gevşek' (loose) ya da desentralize modeller, tam da bu noktada kafaları karıştırmakta, iki devletli çözüm modeli sanılmaktadır.
Egemen eşitlik üzerinden iş birliği modeli olan konfederasyon ancak tanınmış devletler arasında olabilen bir modeldir. Malum olduğu üzere KKTC, bırakın tanınmış olmayı, bu ihtimali dahi uluslararası kararlarla yasaklanmış bir devlettir.
Mamafih, tarihsel olarak Kıbrıslı Türklerin sürekli savunduğu federasyon çatısı altında 'güçlü kurucu' devleti hala daha konfederasyon ile karıştıranların olmasına ve bu yönde yazılar yazmasına bıyık altı gülüyorum.
Haliyle iki farklı felsefeyi karıştırmamakta fayda görüyorum ancak ille de karıştırmakta ısrar edip, konfederasyonu, federasyon sanma sanrısı ile hareket edeceklere de karışacak değilim.
Varsınlar iki devletli çözüm ararken, kendilerini federal çatı altında bulsunlar, buna da mı dert?
Öte yandan, Rum kamuoyu bütün bunları konuşurken, Recep Tayyip Erdoğan, geçen gün yaptığı ve Türkiye'nin geleceğini 'AB'de tasavvur' ediyoruz derken, bizim adına uluslararası arenada 'toplum lideri' denilen, BM tarafından 'baş müzakereci' olarak tanınan makamda oturan zat-ı muhterem ne gibi işlerle iştigal etmektedir?
Öncelikle, Erdoğan'ın 'AB vurgusundan' birkaç gün önce verdiği bir röportajında "10 yıla AB mi kalacak, bitecek" gibi nezih cümleler kurup onula çelişen, hemen her konuşmasında 'federasyon öldü' diyen toplum liderimizin bu konularla ilgili bir gailesi olduğunu pek düşünmüyorum.
Göreve atanmasıyla birlikte bu konudaki ipleri tamamen Türkiye Dışişleri'nin eline bırakmış bulunan toplum liderimizin, bir hafta içinde görüşeceğini öngördüğümüz Lute'a neler söyleyeceğini de inanın hiç bilemiyorum.
Çevresine topladığı eskinin çözümsüzlük takımı kaptanlarının bilindik 'Rum-Yunan ikilisi' şeytanlaştırması ile süslü "federal çözüm olursa Rum'a azınlık ve yama olacağız" korkusu eksenindeki fikirlerini temcit pilavı gibi yine gündeme getirdiklerini basında yer alan demeçlerinden görebiliyoruz.
Federal çözüm modeli çok açık şekilde 'siyasi eşitlik' olmazsa olmazını ortaya koyarken, Kıbrıslı Türklerin adada asla 'azınlık' düzeyine indirilemeyecek kadar varlık sahibi olduğıu tüm dünya tarafından kabul görürken, soğuk savaş döneminden kalan kafaların aynı çarpıtmalara sarılmalarını bir nevi acizlik olarak görmek mümkündür.
İşte yaklaşmakta olan kritik günler öncesinde bu konularla ilgili yoğun mesai yapmasını düşündüğümüz toplum liderimiz, bunun yerine tarlalarında zeytin toplayan vatandaşlarımızı ziyaret etmekte, hafta sonu yaşanan felaket yerlerini kendini hâlâ daha 'başbakan' zannetmesi hasebiyle gezip 'incelemekte' ve mühim bir görevi yerine getirecekmiş gibi olmayan hükümete 'başkanlık' edeceği toplantılar hayal etmektedir.
Velhasıl kelam, Kıbrıslı Türkler, yukarıda vurguladığım söz konusu 'kritik' günlere tam anlamıyla 'kaptansız' bir şekilde, sağa sola savrularak ilerlemekte, şu son günlerde işlevsiz hükümet kurmakla iştigal eden 'çözüm güçleri' de ona eşlik etmektedir.
Çözüm güçlerinin bu hayasız 'eşlik etme' mevzusunu ise bu makalede değil, başka bir makalede konu etmeyi düşündüğümden kısa kesiyorum.
Ancak bir son söz olarak vurgulamam gerekirse, Kıbrıs Türk halkının en kritik ihtiyacının 'çözüm' olduğunun apaçık ortada olduğu bu günlerde hükümetçilik oynamakla meşgul olmanın bu halka en büyük ihanet olduğu tespitimi buraya bırakmak isterim.
Malum, söz uçar, yazı kalır…
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.