Çarpıcı bir hikaye ve gençlerin cesareti üzerine...

Yayın Tarihi: 13/03/25 07:30
okuma süresi: 9 dak.

24 Mart 1976 günü Arjantin’de dönemin hükümet başkanı Isabel Peron’a karşı, Korgeneral Jorge Videla komutanlığında bir askeri darbe yapılır. Darbe, Arjantin tarihinin 1930, 1943, 1955, 1962 ve 1966’dan sonraki 6. askeri darbesidir.

Tarihi diğer tüm Güney Amerika ülkeleri gibi askeri darbeler ve diktatörlüklerle dolu olan Arjantin, o günden sonra 1983 yılına kadar dünya siyasi tarihine “kirli savaş” olarak geçen ve yaklaşık 30 bin kişinin işkencelerde ve faili meçhul cinayetlerde hayatını kaybedeceği bir döneme girer.

Elbette bu makalenin konusu Arjantin’in kanlı darbeler tarihi değildir. Size daha başka bir şey anlatmak istiyorum, oraya bağlayacağım.

Geçen akşam 2022’de Uluslararası En İyi Film dalında Oscar adayı olan ve Alman Nazilerinin yargılandığı Nürnberg’den sonraki en önemli politik duruşmasını konu eden, yönetmenliğini ve senaristliğini Arjantin tarihinin en önemli sinemacılarından Santiago Mitre’nin yaptığı “Arjantin-1985” isimli filmi izledim.

Film, 1983’te tekrar demokrasiye dönen Arjantin’de sivil hükümetin kurulmasıyla birlikte başlayan adalet arayışlarını son derece müthiş bir anlatım ve sinematografiyle ekrana taşıyor.

Dünyanın her yerinde darbeciler, darbecidir. Ve darbeciler her zaman aynı manipülasyon ve teknikleri kullanıp, geniş halk kitleleri üzerinde büyük etki sağlarlar. Elbette bu korkunun en büyük enstrümanı da silahtır.

Son derece dramatik diyalogların bulunduğu filmin hikayesi, iki kritik hususa dayanmaktadır. Bunlardan birincisi darbecileri yargılayacak korkusuz yargı mensuplarının bulunması çabasını ve ikincisi de tüm dünya tarihinde darbeden sonra darbecilere destek verme eğiliminde olan ‘orta sınıfın’ ikna edilmesi çabaları üzerine kuruludur.

İşte film bu bağlamda Arjantin’de ‘El Loco’ yani ‘deli’ lakabıyla anılan savcı Julio Strassera’nın darbecileri yargılayacak dava için göreve başlaması ve sonrasında yaşananları anlatmaktadır.

Arjantin’de bir halk kahramanı olan ve 2015’te hayatını kaybeden Strassera, kendini ve ailesini büyük bir tehdit altına koyarak aldığı dava sürecinin başlaması sonrasında yine kendi dönemine ait hukukçuları, eski okul arkadaşlarını ve avukatları tek tek arayıp davaya taraf olmalarını ister.

Ancak tümü de ona “Videla’yı hapse mi atacaksın? Hadi canım sen de” minvalinde konuşarak, rahatlarını ve huzurlarını bozmazlar, ‘hayır’ cevabı verirler.

İşin gerçeği darbeciler hala daha Arjantin bürokrasisi, ordu, yargı ve polis gücünde çok etkilidirler. Bu yüzden darbeciler hem delil toplamada, hem resmi yazışmalarda, hem de tanık bulmayı engelleme noktasında etkin ve tehditkar bir şekilde hareket etmektedirler.

Strassera zorluklar karşısında yine de yılmaz ama toplamda 30 binden fazla kişinin kaybedildiği davalar için sağlam bir ekibe ihtiyaç duymaktadır. Üstelik Arjantin Federal Mahkemesi ona delil bulup mahkemeye getirmesi için sadece 5 aylık bir süre tanımıştır.

Nihayetinde bir gün, kendine yoldaş bulamayan Straserra’nın kapısını bir başka bölgede savcı yardımcılığı görevinde bulunan genç bir hukukçu Luis Moreno Ocampo çalar. Ocampo dava için gönüllüdür. Üstelik çok sağlam ve gencecik hukukçulardan oluşan bir de ekip oluşturmuştur. Straserra ilk başlarda bu genç ve tecrübesiz ekibe güvenmez. Hatta onları tersler de. Ancak Ocampo davada ısrarcıdır. Israrcı olmasının yanı sıra oldukça yaratıcıdır da.

Çünkü Ocampo ailesinde darbeciler bulunan bir kişidir. Tam da bu noktadan Straserra’ya şöyle der: “Arjantin halkını darbecilerin insanlığa karşı işlediği suçlara inandırmak zorundayız. Benim gibi ailesinde askerler bulunan birisi bunu yapabilir.”

Bu ifadeler üzerine Straserra ikna olur ve işe koyulurlar. O günlerde aynen Türkiye’deki “Cumartesi anneleri” gibi her Perşembe büyük şehirlerinden meydanlarında toplanıp gösteri yapan Plazo de Mayo annelerinin dramatik gösterileri de vardır. Plazo de Mayo binlerce kişinin kaybedildiği askeri merkezlerden en korkunç olanıdır. Davaların en önemli sürükleyicisi tabii ki çocuklarını arayan annelerdir.

Darbeciler ve iş birlikçileri ise bu kayıpları “bir savaş sürüyordu, bu olanlar savaşta yaşanmış şeylerdir” şeklinde manipülasyonla normalleştirmeye çalışmaktadırlar. Onlara göre Arjantin kıyılarından ülkeye giren “Peronist Gerillaların” yok edilmesi gerekiyordu. Dahası, geniş halk kitleleri de büyük bir korkuyla (ve tabii ki konformist bir tavırla) darbecilere hak veren bir noktadaydı.

Her şeye rağmen Straserra ve Ocampo, genç ve yaratıcı ekipleri sayesinde her türlü tehdide ve baskıya rağmen 700’den fazla tanığın ifadesini almayı başarıp, binlerce sayfalık bir iddianameyi mahkemeye sunmayı başarırlar.

Telefonla gelen bomba ihbarlarına rağmen duruşmalar Nisan 1985’te başlar. İlk duruşmada, burnundan kıl aldırmayan Videla ve 8 cuntacı söz birliği edip, “Meşruiyetini tanımıyoruz” deyip mahkemeyi reddederler. Cuntanın faşist taraftarları da mahkemeyi sabote etmek için tüm yollara başvurur. Hükümetin etkili politikacısı Antonio Bruzzo da ikili oynayarak Strassera’yı “Silahlı kuvvetler endişeli, askeri darbe endişesi var” diyerek korkutup etkilemeye çalışırlar.

Ancak davalar başlar ve nihayetinde Videla da dahil olmak üzere en önemli 3 cuntacı ömür boyu hapse çarptırılırlar. Diğer cuntacılar ise nispeten daha az cezalar alırlar. Bu cezalar davaya bir miktar gölge düşürse de yine de dünya tarihi açısından darbecilerin mahkum edildiği ilk dava olması bakımından kritik öneme sahiptir.  

Dolayısıyla pandoranın kutusu açılmış ve korku imparatorluğu mağlup edilmiştir.

Bu bağlamda 1985’ten bugüne binden fazla kişi ‘insanlığa karşı işlenen suçlar’ yüzünden mahkum edilmiştir. Davalar halen daha sürmektedir.

Ama esas bahsetmek istediğim mesele bu süreçte gençlerin cesareti ve eski düzene karşı olan karşı çıkışlarıdır. Filmde Straserra’nın 12 yaşlarındaki oğlu Javier babasına istihbarat toplayan, bilgi getiren bir çocuk rolündedir. Yine film, Ocampos önderliğindeki cesur ve genç hukukçuların ülkelerine nasıl sahip çıktılarını anlatmaktadır.

Tam da Kıbrıs sorununu çözme bağlamında ihtiyacımız olan şey budur: Gençlerin cesareti, vizyonu ve yaratıcılığı!

Eski ve köhnemiş hamasi zihniyetlerin yerine, yeni ve barış dolu bir ada kurma yolunda adanın her iki tarafındaki gençlerimizin cesareti ve vizyonu bizi çözüme ancak ulaştırabilir.

Geçmişe takılıp kalmadan, elbette savaşın acılarını göz ardı etmeden, hala daha kayıp kuyularda yatan insanlarımızın hatırasını örselemeden çözümün yolunu, huzurun yolunu bulmaktan başka çaremiz yoktur.

Makaleyi sonlandırmak için yeniden Straserra’nın muhteşem bir kapanış konuşması yaptığı bu çarpıcı filme dönecek olursam, dava sahnelerinden birinde, genç bir kadın mahkemenin huzuruna çıkar.

Cuntacıları savunan avukatlar ona sinir bozucu sorular sormaktadırlar. Kadınsa gözleri bağlı olarak günlerce maruz kaldığı insanlık dışı işkenceleri anlatmaktadır. Bir ara darbecilerin kibirli ve yüzsüz avukatı ona şöyle bir soru sorar: “Madem gözlerin bağlıydı, sana işkence yapan kişinin ordu mensubu faşist birisi olduğunu nereden anladın?”

Kadın “Sesinden anladım” der. Avukat gülerek “Bir insanın sesinden onun  nasıl faşist olduğunu anlayabildin” diye tekrar sorar. Bu kez kadın ona şöyle cevap verir: “Sesi tıpkı sana benziyordu. Senin gibi bir faşistin sesi gibiydi!”

Arjantin-1985, son dönemde izlediğim en çarpıcı filmlerden, tavsiye ederim...

 

 

 


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.