Cenevre çok şeye gebedir…

Yayın Tarihi: 17/03/25 09:11
okuma süresi: 8 dak.

Dört yıl aradan sona bir kez daha Cenevre’nin yollarına düşmüş durumdayız. Kendimce bir gelenek olduğu üzere bu satırları uçakta kaleme alıyorum. Aslında çok uykum var, niyetim yanımda oturan Canan’ın omzuna güya mahsusçuktan uyuya kalmışım gibi numara yapıp yatmaktı ama heyecanlıyım, yapamıyorum. 

 

Az önce Kıbrıs’ta yayınlanan gazetelerin başlıklarına baktım. Belki de tarihin en geniş katılımlı zirvesi olacak olan bu toplantıyla ilgili olumsuz manşetler atılmış. Görünüşe göre bugünkü gazetelerimize konuşan bir sürü önemli isim bu zirveyi ‘boşu boşuna masraf’ diye nitelemiş. 

Anlaşılan bu kadar milletten, bu kadar insan, Portekizli bir tonton dedeye kanmış, Cenevre’nin yolunu tutmuş, alem yapmaya gidiyor. 

Hatta yaş tahtaya basmayan, şeytanı bile kandırmaya kadir birisi olan Tahsin Ertuğruloğlu abimiz de bizimle olacak.   

Elbette kinaye yapıyorum, hafiften dalga geçiyorum. En başta da kendimle dalga geçiyorum: Kıbrıs sorunu sendromundan mustarip zavallı Ulaş Barış! 

Mesela kendimce tanımlamalar yarattım: “Kıbrıs sorunu her dört yılda bir İsviçre’ye gidilip, çözülmeden geri dönülen bir sorundur.”

İyi de, ciddi ciddi soruyorum, hiçbir şey olmayacaksa, biz bu zirveye neden gidiyoruz?

Ersin Bey, ‘Black Angus biftek’ yesin diye mi?

Koskoca Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Cenevre’ye gezmeye mi geliyor? Mevkidaşı Yerapetridis’in hiç işi gücü yok mu da yollara düştü?

Hayır, bütün bunların beyhude bir çaba olduğunu düşünmüyorum.

O yüzden de Ayşemden Akın’ın bugünkü surmanşetini sevdim: Cenevre çok şeylere gebe!

Ve bütün beklentinin tam ortasında bir tane aktör var: Tabii ki Türkiye!

Kim ne derse desin, kim ne yazarsa yazsın çözümün anahtarı Türkiye’dedir. 

Türkiye adım atarsa, Kıbrıs sorunu çözüm yoluna girer. Ancak bu adım tek taraflı bir adım olamaz. 

Ama oraya geçmeden önce biraz okumalar yapalım.

Güneyde yayın yapan bir gazete dünkü başyazısında oldukça ilginç noktalara değinmiş. 

Mesela şu kısım:  “Hristodulidis'in korktuğu şey, her ne kadar bundan bahsetmese de, Türkiye'nin Cenevre'de bir sürpriz yaparak iki devletli çözüm talebini ve Tatar'ın müzakerelerin yeniden başlaması için (koyduğu) ayrı egemenlik şartını bir kenara bırakmasıdır. Hristodulidis, Çarşamba günü televizyonda yayınlanan ulusa sesleniş konuşmasında, -kuşkusuz farklı bir bağlamda-bu olasılığa dolaylı olarak değindi.”

Tabii şu kısım da enteresan: “Hristodulidis’ten, Yunanistan Başbakanı Miçotakis’in, Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıs sorununa ilişkin çabalarını "sorumlu olduğu ölçüde" destekleyeceği yönündeki sözlerini yorumlaması istenmişti. (Aslında) Yunanistan'ın tam desteğine sahip olmadığı ima ediliyordu ancak Hristodulidis’in yanıtı "biz Tatar'ın Türkiye'ye olduğu gibi kimsenin yönetimi  altında değiliz" şeklinde oldu. Bu, Türkiye Dışişleri Bakanı Hakan Fidan'ın Cenevre'de Tatar'dan farklı bir çizgi izleyebileceğinin ince bir itirafıydı. Türk hükümeti bunu daha önce de yapmış ve uzlaşmazlığına güvenerek Kıbrıs Cumhurbaşkanı'nı baskı altına almıştı. 2004'te Annan planında ve 2017'de Crans-Montana'da, garantileri ve tek taraflı müdahale hakkını rafa kaldırmaya hazır olduğunu belirttiğinde yine böyle olmuştu.”

Şu kısımda da Nikos’u Tatar’a eşleyip gömüyorlar: “Görüşmelere ve çözüm ihtiyacına ilişkin olumlu söylemleri özden yoksun olan Hristodulidis'in böyle bir geri dönüşü (Türkiye’nin yeni sürprizini) nasıl karşılayacağını kimse bilemez. Her iki liderin de Türkiye'nin iki devletli pozisyonuna sadık kalmasına bel bağladığını düşünüyoruz, zira bu sayede her ikisinin de -ne derlerse desinler- çok memnun oldukları statüko, korunmuş olacak.”

Peki Türkiye nasıl olacak da adım atacak veya açılım yapacak?

Burada kuşku yok ki bir kaç önemli başlık var. Bunlardan bir tanesi Doğu Akdeniz enerji denklemidir. 

Bölgenin doğal zenginliği, AB’ye ulaşmak için yollar aramaktadır ve bunun en basit yolu 80 km uzaktaki Türkiye’dir. Su ve elektrik bağlantılarıyla birlikte, Kıbrıs adasının bağlanmak zorunda olduğu kara parçası orasıdır. Bunun dışındaki alternatiflerin hem maliyeti hem de yapım süresi sürdürülebilir değildir. 

Bir ikinci mesele AB’nin ihtiyacı olan yeni güvenlik sistemidir. Putin ile içli dışlı olan Trump ve ‘pay as you go’ şekline dönüşmeye başlayan yeni NATO düzeni, AB için yeterli güveni vermekten uzaktır. Türkiye’nin sadece kara ordusuyla Rus tehlikesine karşı duracağını düşünmek de fazlasıyla hayalcilik olur. Ancak zengin AB finansıyla modernizasyonu sağlanan bir Türk ordusu, aynen mülteci meselesinde olduğu gibi stratejik bir ara bölge, ileri karakol görevini görebilir. AB, yeni güvenlik şemasında Türkiye’yi önemli bir ortak olarak alabilir. Ama bu ortaklık öyle basit elde edilebilecek bir şey değildir. 

Bu noktada Erdoğan’ın “AB bizi almazsa düze çıkmaz” ifadesine bakmalı hatta bunu tersten de okumalıyız: “Türkiye, AB’ye girmezse düze çıkmaz.” 

O zaman ortada karşılıklı bir çıkarlar silsilesi vardır. Öte yandan Türkiye,  Gümrük Birliğinin modernizasyonunu istemektedir. Sermayenin serbest dolaşımı için vize serbestisine de ihtiyaç vardır. Elbette bu son saydıklarım tam üyeliğin yerini tutamaz ama en azından imtiyazlı bir ortaklık konusunda bir takım açılımlar gelebilir.

Bu bağlamda gitmek üzere Cenevre zirvesi, uluslararası bir toplantı olması bakımından çok kritiktir. Nihayetinde Kıbrıs sorunu da uluslararası bir sorundur. 

Uluslararası bir sorun da ancak orada kurulan platformlarda çözülebilir. 

Dikilitaş üzerinden bakıp, ‘hiçbir şey olmayacak’ demek bu mantıkta bence kolaycılıktır. 

Ve evet yeni bir geçiş kapısı açamayan bir ‘ikiliden’ çok şey beklememek lazımdır. 

Ama diğer aktörlerin gradosu öyle midir?

Tabii ki değildir. 

Göreve geldiği gündem itibaren son derece akıllı bir manevrayla AB içinde inisiyatif alan Hristodulidis’in, bir önceki başkan Anastasiadis gibi ‘Türkiye’yi cezalandırmaya çalışmak’ yerine, onu AB üzerinde ‘iknaya çalışmak’ stratejisi sonuç vermiştir. Cenevre zirvesi bu bakımdan herkesten fazla Rum liderin sürüklemesindendir.

AB’ye “re gumbaro, bu sorun sizin sorununuzdur, bir kısım toprağınız işgal altındadır. Prensipleriniz ve siyasal etiğiniz nerede? Devekuşu siyasetine son” minvalinde konuşan, Yunanistan’la papaz olan, sonra da ‘madem öyle ben de Sam Amca’ya giderim’ diyerek Beyaz Saray’da ağırlanan Rum lider, en nihayet AB’nin dikkatini çekebilmiştir. 

AB’nin dikkatini çekince de ortaya bir zorunluluk çıkmıştır: Kıbrıs sorununun halli!

Bu saatten sonra çok yaratıcı bir çözümsüzlük formülü bulunmazsa, Kıbrıs sorunu en azından çözüm yoluna girmek zorundadır. 

Evet, çözümün anahtarı Türkiye’dedir ama alt kilit Kıbrıs’tır.

O kilit çözülürse gerisi çorap söküğü gibi gelir… 


Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Kıbrıs Postası’nın editöryal politikasını yansıtmayabilir.
#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.