Ya sabır!
Değerli okurlarım, öncelikle son yazıma verdiğiniz destek ve gönderdiğiniz onca güzel mesaj için sizlere çok teşekkür ediyorum. Bu desteğinizle, sesi KKTC’deki fiili etkisiyle ters orantılı olarak çok gür çıkan bazı kişilerin algı duvarlarını yıkmış ve Kıbrıs davasının tüm siyasi çalkantılara rağmen halen 1974 ve 1983 ruhuyla dimdik ayakta olduğunu göstermiş oldunuz. Netice itibariyle bu da birilerini rahatsız etmiş oldu. Bana diyorlar ki: “Kime güvenerek bu şekilde yazıyorsun?” Onlara sizin huzurunuzda, “Sizin sırtınızı yasladığınız kişilerin karşısında kim varsa ona güveniyorum.” diye cevap vermek istiyorum. Onlar bundan sonra haysiyetsiz tavırlarını sürdürdükçe, bizden daha fazla rahatsız olacaklardır. Zira milletimizi bir felaketin eşiğine getiren 2000’li yılların köhne Annan Planı zihniyetini ve ülkemize neredeyse kök salan fondaş yapıyı topraklarımızdan söküp atana kadar mücadeleye devam edeceğiz.
Sevgili okurlar, esasen yazılarım her iki haftada bir yayımlanıyordu. Fakat CTP Milletvekili Sayın Erkut Şahali’nin geçen hafta yaptığı talihsiz açıklamalar hakkında birkaç kelime sarf etme gereği hissettim ve o nedene istinaden bu hafta da bir yazı hazırlamaya karar verdim. Çünkü Erkut Bey, partisinin isminde her ne kadar “Türk” ibaresi geçse de son yıllarda kendi parti kadrolarında gelenek haline gelen “Türk askeri tecavüzcüdür” gibi sözlerle Türkiye’ye ve Türk milletine hakaret modasını devam ettirmiş ve üstüne üstlük gerçekleri çarpıtma sanatını bir üst lige çıkaran kişi olarak tarihe geçip vicdanları zedelemiştir. Öyle ki, mecliste sarf ettiği sözler ya cehaletinin bir ifadesi ya da başka emellere hizmet ettiğinin bir göstergesidir ki bunlardan hangisinin daha tedirgin edici olduğuna henüz karar veremedim. O nedenle yorumu size bırakıyorum. Fakat burada esas olan bu kişinin yaptığı açıklamalarla milletin bir vekili olmadığını ayan beyan göstermiş olmasıdır. Zira Sayın Şahali, Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Fuat Oktay’ın Kıbrıs’ta bazı kesimlerden mali protokole gelen eleştirilere yaptığı “ecdat ve şehitlere ihanet” yorumuna atıfta bulunarak, Sayın Oktay’ın ecdadının Kıbrıs Türk halkını 1878’te İngilizlere sattığını, İngilizlerin 1914’te satış sözleşmesini feshettiğini ve böylece Kıbrıs Türk halkının el konan durumuna düştüğünü ifade etti. Üstelik o günlerde adada mücadeleci ve mücahit ruhun var olduğunu, o yüzden Kıbrıs Türk halkının Türkiye’ye yardım çağırılarında bulunduğunu ama Türkiye’nin bunu duymazlıktan geldiğini iddia etti. Daha sonra lafı 1923 Lozan Antlaşması’na ve Türkiye’nin 1950’den sonraki dışişleri politikasına getiren bu sözde milletvekili Türkiye’nin Kıbrıs Türklerine sahip çıkmadığını, son olarak da Türkiye’nin Kıbrıs’ta Kıbrıslı Türkler bulunduğu için bugün var olduğunu öne sürdü. İnanın bu cümlelerin içinde o kadar çok yanlış veya çarpıtma var ki bunları düzeltmeye nereden başlayacağımı bilemiyorum.
Öncelikle şunu belirteyim ki Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın kastettiği ecdat sadece Osmanlı değil aynı zamanda Kıbrıs Barış Harekâtı’nın kahramanları ve KKTC kurucuları merhum Rauf Raif Denktaş ile Dr. Fazıl Küçük’tür. Buradan yola çıkarak bu zat ecdat kelimesinin tanımını bilmediğini, böylece sözde bir Türk vekili olarak Türkçe zafiyeti yaşadığını, ayrıca makam sahibi olduğu ülkenin tarihinden bihaber olduğunu ve kendi topraklarına Fransız kaldığını kanıtlamış oldu. Herhalde tarih bilgisi zayıf olduğu için, Osmanlının adayı İngilizlere sattığını, İngilizlerin bu satışı feshettiğini ve bu durumdan da İngilizlerin değil de ecdadımızın sorumlu olduğunu iddia ediyor olmalı. Tarihi gerçekleri aydınlatmadan önce bu şahsın ticari ve hukuki bilgisinin de yetersiz olduğunun altını kalınca çizmek istiyorum. Çünkü siz eğer bir satış sözleşmesini feshederseniz satılan şey her ne ise o eski sahibine iade edilir, ona el konulmaz. Zira satışla her türlü hak alıcıya zaten geçmiş olur. Kaldı ki Osmanlı adayı satmamış, dağılma döneminde elinde olan son imkânları ve kuvvetiyle Anadolu’yu, yani öz kalesini korumak ve tarih sahnesinden tamamen silinmemek için Kıbrıs’ı acı bir şekilde İngilizlere geçici bir süreyle devretmek zorunda kalmıştır. Fakat daha sonra işler istenilen şekilde gitmemiş ve İngilizler adayı ilhak etmiştir. Osmanlı’da yetersiz kalan askeri ve mali kaynaklar sebebiyle adayı işgalden kurtaramamış olsa da ondan kalben ve zihnen hiçbir zaman vazgeçmemiştir. O nedenle bu olaylardaki suçu işgalcilerde değil de kendi ecdadında bulmak en hafif tabiriyle gülünçtür.
Gelgelelim Türkiye’nin kuruluşuna. Zannedersiniz ki Lozan Antlaşması sırasında Türkiye o kadar güçlüydü ki Kıbrıs’ı keyfiyetten kendi sınırları içine almadı. Bilakis Gazi Mustafa Kemal’in adayı Hatay Devleti gibi bilahare Türkiye topraklarına katmayı planladığı ve bunun için Kıbrıs Türk halkına örtülü ödenekten her türlü destekte bulunduğu önemli bir gerçektir. (Yazıyı uzatmamak için ‘Ya istiklal ya ölüm’ başlıklı makaleye işaret ederek konuya burada daha fazla girmeyeceğim.) Ata’nın ömrü buna her ne kadar vefa etmemiş olsa da (Daha sonraki yönetici kadroların içinde yer alan mandacı zihniyetin varisleri hariç) Türkiye adadan vazgeçmediğini katıldığı Londra ve Zürich toplantıları ve dâhil olduğu aynı adlı antlaşmalarla, 1974 yılında ambargoları göze alarak başlattığı ve birçok şehit verdiği Kıbrıs Barış Harekâtı’yla ispatlamış oldu. Demek ki böylesi işler doğru bir konjonktür, olgunlaşmış imkânlar ve dolayısıyla da uygun bir zamanlama gerektiriyor. O nedenle de Gazi Mustafa Kemal’in döneminde bu hayal gerçekleşmemiştir. Bu kişi ve şürekâsının öve öve bitiremediği Batı’da da bu gibi stratejik hedefler uzun vadeyle planlanır. Bunun en somut örneği Batı ürünü olan İsrail Devleti’nin kuruluşudur. Ve Sayın Şahali, Türkiye 1974’te adaya gelmeseydi sizin yedi ceddinizde bu topraklardan belki silinmiş olacaktı. Kimin kim sayesinde var olduğunu anlamanız için bu satırları okumanızı ve tarih kitaplarını biraz karıştırmanızı tavsiye ediyorum. Türkiye olmasaydı sizin hakaretlerinizi savurduğunuz o kürsü ve belki siz de bugün olmayacaktınız. Kaldı ki sizin gibi sözde Kıbrıslı Türkler var oldukça Türkiye’ye başka düşman gerekmediğini de bilmeniz lazım. Üstelik sizin gibiler Kıbrıslı Türklerin varlığını tehlikeye atmaktadır.
Ama büyüklerimiz fazla kınama yoksa kınadığın şey başına gelir diye ne güzel söylemiş. Ne acıdır ki meclisimizde koltuğu olan bu kişi, bir dönem Türkiye’nin devlet yönetimine tekrar nüfus eden mandacı zihniyetin tutumunu kınarken onlarla aynı duruma düştüğünün bile farkında değil. Zira zaman değişmiş, konjonktür lehimize işlemiştir. O nedenle elli yılı aşkın bir süredir Sayın Şahali’nin nispeten beklediği yardımı Türkiye KKTC’yi, uluslararası camianın Rum ve Yunan ikilisi tarafından Kıbrıs Türk halkının haklarının gasp edilmesine susmasına ve KKTC’yi tanımamasına rağmen maddi ve manevi olarak karşılıksız destekleyerek (Son mali protokollerle bu yardım nihayetinde birkaç bedele bağlanmıştır) ve Kıbrıslı Türklerin yaşam standardının yükselmesi için elinden gelen çabayı sarf ederek yapmıştır. Haliyle bugün ne 1800’lü yılların sonu 1900’lü yılların başı gibi bir durum söz konusudur ne de 1974 yılı öncesindeki karamsar tablo vardır. Kıbrıs Türk halkı hiç olmadığı kadar anavatanına ve özgürlüğüne yakındır. Buna rağmen bu vekil anavatanına kendisini terk ettiği suçlamasını sürdürerek, federasyon çözümünü savunuyor ve belli ki 1974’ten önceki beka mücadelesinin verildiği döneme geri dönmek istiyordur. Bu da bu zatın ne kadar tutarsız, bilgisiz ve netice itibariyle de cahil olduğunu veya başka adreslere hizmet ettiğini ve ecdadımızın tümünün varisi olmadığını kanıtlamaktadır. Kendisi oturduğu koltuğa her ne kadar layık olmasa ve anavatanının cumhurbaşkanı yardımcısının makamına saygı duymasa da sahip olduğu makamın kutsallığı gereği burada hakkında daha fazla eleştiri yazmak istemiyorum.
Ama şu gerçeği de kendisine hatırlatmak isterim ki, mücahitlik ruhu tıpkı 1974’ten önce olduğu gibi bugün de dimdik ayaktadır. Bu sözde milletvekilin bunu anlaması için herkesi kendisi gibi bilmeyip hakikate açık olması ve sadece biraz olsun gerçekleri görmesi gerekiyor. Yoksa bundan sonraki nesillerin de kendisini eleştiriyle yâd edeceğine inanıyorum. Fakat bu kişinin ve şürekâsının özgüvenini Türkiye bölgede güç kazandıkça, yani çok yakın bir zamanda, kaybedeceği de açıktır. Yeni nesil demişken şunu da belirtmek isterim ki, bizlerin CTP ile kategorik olarak hiçbir sorunu yoktur. Fakat bu parti içerisindeki bazı kişilerin Rum’un ve onun arkasındaki ülkelerin ağzıyla konuşmasına ve meclisimizde milletin yerine üçüncü ülkelerin çıkarlarını savunmasına susacak da değiliz. Nispeten bu parti içindeki gençlerin hakikate çok daha yakın olduklarına ve KKTC için güzel projeler ürettiklerine inanıyorum. Örnek verecek olursak, CTP PM üyesi Sayın Onur Olguner’i takdirle takip ediyorum ve KKTC’ye kendi alanında birçok hizmet kazandıracağını düşünüyorum. O nedenle her zaman ifade ettiğim gibi gençlikten genel olarak ümitli olduğumu bir kez daha vurgulamak istiyorum.
Bu düşüncelerle yazıma son verirken Rabbimden ülkemizi her türlü kötülükten, bizleri de Sayın Şahali gibi kişilerden korumasını niyaz ediyorum. Haftaya çok önemli bir konuyla tekrar görüşmek üzere, sağlıcakla kalın.
Yorumlar
Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.