İÇ HABERLER
okuma süresi: 22 dak.

Kıbrıs Türk halkının self determinasyon hakkı var mı?

Kıbrıs Türk halkının self determinasyon hakkı var mı?

Hukukçu eski Yüksek Mahkeme Başkanı Taner Erginel "Kıbrıs Türk Halkının self determinasyon (kendi geleceğini belirleme) hakkı var mı? " başlıklı çalışmasının bugün son iki bölümünü yayınlıyoruz.İşte çalışmanın 5 e 6'ın bölümü:<BR>

Yayın Tarihi: 06/12/09 11:32
okuma süresi: 22 dak.
Kıbrıs Türk halkının self determinasyon hakkı var mı?
A- A A+

Kıbrıs Türk Halkının self determinasyon (kendi geleceğini belirleme) hakkı var mı? ( 5)

Lenin ile Wilson un yanı sıra başka düşünürler de tüm halkların bağımsız ayrı devlet kurma hakları olduğu görüşünü savunmaktadırlar. Buna rağmen uygulamada ayrı devlet kurmak pek kolay olmuyor. Birçok devlet yeni kurulan bir devleti tanımayı siyasal açıdan sakıncalı buluyor. Bunun nedenleri üzerinde durmamız gerekir.

Ayrı devlet ilanı niçin sorunlar yaratıyor?

Dünyada hiçbir halk homojen değildir. Her devlette farklı etnik topluluklar vardır ve bu toplulukların bazıları bağımsız devlet kurmayı arzu etmektedir. Bu nedenle devletlerin pek çoğu bir bölgelerinin ayrılarak ayrı bir devlet haline geleceği kaygısı içindedir. Yeni kurulan bir devleti tanıdıkları anda bu olayın bir gün emsal olarak karşılarına çıkmasından ve kendi ülkelerinin de bölünmesinden endişe etmektedirler.

Rum propaganda ordusunun devletlerin bu kaygısını istismar edeceği ve KKTC yi tanımak isteyen devletlere korkulu rüyalar yaşatacağı belli idi. Bu nedenle KKTC ilan edilirken özen göstermek ve tanıyacak devletleri rahatsız etmeyecek bir tanıtım yapmak gerekiyordu.

Dünyada yeni devletler oluşmaya devam edecek mi?

Dünya sürekli değişim içindedir. Yeni devletler kurulması, devletlerin birleşmesi ve son bulması doğa kuralları gereğidir. Bu nedenle kimse bu gelişmeleri engelleyemeyecektir. Ne var ki bugün dünyada mevcut genel eğilim yeni devlet kurulmasını oldukça zorlaştırmıştır. Bu nedenle bağımsız devlet kurmayı başaran halklar büyük güçlüklere göğüs germek zorunda kalmaktadırlar. Örneğin Kosovanın bağımsızlığına kavuşabilmesi için binlerce kişi yaşamını yitirmiştir.

Kosova örneği kararlı bir mücadelenin önünde hiçbir gücün duramayacağını göstermektedir. BM Güvenlik Konseyinin Kosovanın tanınmaması yönünde yaptığı çağrılar bile geçerli olmamıştır. Bu durumda kendi kendimize sormamız gerekiyor. Acaba KKTC nin tanınmasının bu tür büyük engellerle karşılaşması zorunlu mu ? Yoksa hatalı bir tanıtım nedeniyle gereksiz zorluklarla mı karşılaşıldı?

KKTC nin ilanında hata yapıldı mı?

KKTC nin oluşumunu incelediğimiz zaman dünyadaki diğer herhangi bir olaya benzemediğini görürüz. Dünyada rahatsızlık yaratan, azınlık olan bir toplumun içinde bulunduğu devletten koparak ayrı devlet kurmasıdır. Diğer bir ifade ile tek taraflı bağımsızlık ilan etmek veya ayrılıkçı olmaktır. Halbuki KKTC ayrılıkçı bir devlet değildir. Yukarıda gördüğümüz gibi ortak bir devletin1963 de başlayıp 1974 de tamamlanan ikiye bölünmesi sonucu ortaya çıkan devletlerden biridir. Bölünme Rum devletinin kusuruyla meydana geldiği için hukuk ilkelerine göre KKTC Rum devletinden daha yasaldır.

Dünyada KKTC halkı gibi geçmişte uluslar arası bir antlaşmaya taraf olmuş, self determinasyon hakkını kabul ettirmiş, etnik temizlik saldırıları sonucu ayrı bir bölgede yaşamak zorunda kalmış ve yıllarca kendi egemenliğini koruyup demokratik devletini kurmayı başarmış başka halk var mı? Olmadığına göre niçin KKTCnin tanınması dünya devletlerini rahatsız eden bir emsal oluştursun? Kıbrısta bir ortaklık devleti olduğuna ve bu devlet ikiye bölündüğüne göre niçin KKTC nin tanınması ayrılıkçı bir eylem olarak nitelensin? Eğer KKTC nin tanınması dünyada ayrılıkçı bir eylem olarak algılanıyorsa bu ya KKTC yöneticilerinin tanıtım hatasından ya da Rum propagandasının etkisinden kaynaklanıyor olamaz mı?

1983 yılında KKTC ilan edilirken nasıl bir tanıtım yapılmalıydı?

1983 yılında KKTC ilan edilirken dünya devletlerinin kaygıları dikkate alınarak daha bilinçli bir tanıtım yapılabilirdi. Egemenlik devletin özü olduğuna ve Kıbrıs Türk Halkı 21 Aralık 1963 den beri kendi egemenliği altında yaşadığına göre, KKTC nin 21 Aralık 1963 de kurulduğu, 15 Kasım 1983 de gerçekleşenin ise kurulmuş olan devlete yeni bir isim vermekten ve tanınmasını talep etmekten ibaret olduğu açıklanabilirdi. O zaman dünya devletleri kendilerini ileride zora sokacak bir emsal ile karşı karşıya olmadıklarını anlayacaklardı. Kendi devletlerinin başına benzer bir olayın gelme olasılığı bulunmadığını göreceklerdi.

Değişik bir tanıtım Rumların KKTC için "1974 de gerçekleşen askeri işgal sonucu kurulan devlet" propagandası yapmasına da fırsat vermemiş olacaktı. Aksine "1963 de Rumların etnik temizlik saldırıları sonucu bölünen devletin yasal kanadı" tanıtımı yapılabilecekti ve bu tanıtım birçok KKTC düşmanının ağzını kapatacaktı.. O zaman Azerbaycan gibi dost devletler hiç çekinmeden KKTC yi tanıyabilecekti. Anavatanımız Türkiye de KKTC yi tanıtmanın hiç de zor olmadığını ve sorunsuz gerçekleşebileceğini görerek bu yönde adım atmaktan çekinmeyecekti.

Maalesef dünya devletlerinin kaygıları dikkate alınmayarak ve ayrılıkçı bir devlet görüntüsü verilerek KKTC ilan edildi. Kimse bu görüntüden sonra ayrıntıya girmek ve KKTC nin haklı gerekçelerle kurulduğunu dinlemek istemedi. Bu nedenle dünyada haklı gerekçesi olmadan kurulan devletler zoru başararak devletlerinin tanınmasını sağlarken hiçbir sorunu olmaması gereken KKTC sırada beklemektedir.

Hatalı bir tanıtım KKTC nin önüne aşılması zor engeller çıkarmıştır. Geçmişte buna benzer daha başka yasal sorunlarla da karşılaştığımızı söyleyebilirim. Basit bir hata, bir dikkatsizlik nedeniyle karşımıza aşılması güç büyük engeller çıkmaktadır. Bugün gündemde olan garantiler konusu da hata yapılma olasılığı bulunan konulardan biri olabilir.

Türkiye'nin tüm ada üzerindeki garanti hakkı ortadan kalkabilir mi?

Rum iddialarına göre Türkiye'nin tüm ada üzerindeki garanti hakkının devam edebilmesi için Rum Devletini tanıması veya yeni oluşturulacak federal devlette Rum Devletinin, Kıbrıs Cumhuriyeti olarak devam etmesine razı olması gerekir. Kurulacak federal devlette Rum Devletinin Kıbrıs Cumhuriyeti olarak devam etmesi, Kıbrısta tek halk olduğu yani Rum görüşünün kabul edilmesi demektir. Bu görüşün kabul dilmesi halinde diğer Rum görüşlerinin birbirini izlemesi, Kıbrıs Türklerinin eşit halk statüsünü yitirmesi ve azınlık haline gelmesi kaçınılmazdır.

Yukarıda yaptığımız açıklamalarda 21 Aralık 1963 de Kıbrıs Cumhuriyetinin son bulduğunu, devletin ikiye bölündüğünü, Türk devleti ve Rum devleti olmak üzere iki yeni devlet oluştuğunu, devleti yıkan Rum tarafı olduğuna göre KKTC nin Rum devletinden daha yasal olduğunu ve böyle bir tanıtım yapılmadığı için KKTC nin tanınmasının zorlaştığını gördük. Buna karşı Rumlar diyorlar ki "Kıbrıs Cumhuriyetinin ortadan kalktığı düşüncesi ile Türkiye'nin tüm Kıbrıs üzerinde garanti hakkının devam ettiği düşüncesi bağdaşmaz. Çünkü ortadan kalkan bir devletin varlığını garanti etmek mümkün değildir". İlk bakışta ciddi gibi görünse bile bu görüş tutarlı değildir. Çünkü Garanti Antlaşmasının metni incelendiği zaman Türkiyenin Kıbrıs üzerindeki garanti hakkının Kıbrısta bulunan devlet veya devletlerle sınırlı olmadığı görülür.

Garanti antlaşmasının 2. maddesine göre Türkiyenin Kıbrıs Cumhuriyetinin bağımsızlığını, ülke bütünlüğünü ve güvenliğini garanti ettiği doğrudur. Ancak bunlara ek olarak "ve ayrıca" başka bir şeyi daha garanti etmektedir. Metinde yer alan "ve ayrıca" sözcükleri yasal açıdan önemlidir. Türkiye, 1960 da kurulan dengeyi ve 1960 Anayasasının temel ilkelerini de garanti etmektedir. Bu denge ve ilkeler ise Kıbrısta iki eşit halk olduğunu ifade etmektedir. O halde Kıbrısta Türk ve Rum halkları mevcut oldukça Türkiyenin tüm ada üzerindeki garanti hakkı devam edecektir. Taraf olan üç devlet, yani Türkiye, İngiltere ve Yunanistan anlaşarak son vermedikleri süre Garanti Antlaşması geçerliliğini koruyacaktır. Bu nedenle Garanti Antlaşmasını yürürlükte tutmak için Kıbrıs Türklerinin haklarından taviz vermeye gerek yoktur.

Kıbrıs konusunda iki zıt görüş

Türk görüşü Kıbrısta iki halk bulunduğu ve iki halkın ayrı self determinasyon hakları olduğu görüşüne dayanmaktadır. Bu görüş bizi Kıbrısta iki ayrı devletin var olması gerektiği, KKTC nin Rum Yönetiminden daha yasal olduğu ve KKTC nin AB ye ayrı bir devlet olarak girmesi gerektiği sonucuna götürmektedir. Buna zıt olan Rum görüşü ise Kıbrısta tek halk olduğu ve tek halkın self determinasyon hakkı olduğu görüşüne dayanmaktadır. Rum görüşü ise bizi Kıbrısta tek devlet olması gerektiği, KKTC nin yasal bir devlet olmadığı, mevcut iki devletin birleşmesi ve Kıbrıs Türk halkının azınlık haline gelmesi sonucuna götürmektedir.

Rum görüşü 1878 den ve hatta daha öncesinden beri hiç değişmemiştir. Rum siyasilerin ve aydınların öne sürdüğü iddialar sürekli olarak "tek halk, tek devlet" görüşünü desteklemektedir. Türk kesiminde ise çok farklı ve çelişkili sesler çıkıyor. Türk siyasilerin ve aydınların söylediği sözlerin bir kısmı Rum görüşüne paraleldir yani Kıbrısta "tek halk" olduğu görüşünü doğrulamaktadır. İlginç olan bu görüşün sahiplerinin bir taraftan "tek halk" görüşünü desteklerken diğer taraftan "iki halk" görüşünün sağladığı nimetlerden yaralanmaya devam etmek istemeleridir. Siyasal bir ortamda Rum görüşünden hareket ederek Türk görüşünün sağlayacağı sonuçların beklentisi içinde olmak mümkündür. Fakat hukuk bu çelişkiyi kabul etmeyecektir. Bu nedenle Rum görüşünü izleyenlerin bu görüşün doğal sonucuna katlanma olasılığı büyüktür.

Kıbrısta Türk görüşünün haklı olduğunu ve iki ayrı devletin yaşatılması gerektiğini gördük. Şimdi de dizisinin son bölümünde KKTC nin kuruluşundan sonra meydana gelen olayları gözden geçirecek ve Türk görüşünün niçin zemin kaybetmekte olduğunu araştıracağız.

Kıbrıs Türk Halkının self determinasyon (kendi geleceğini belirleme) hakkı var mı? ( 6 )

Kıbrıs'ta Rum Yönetiminin kusuruyla iki devlet oluştuğunu ve iki halkın ayrı self determinasyon hakları olduğunu gördük. Bu durumda referandumlarla iki halka devletlerini yaşatmak isteyip istemediklerinin sorulması gerekiyordu. Bunun yapılması ve iki halkın ayrı devletler olarak derogasyonlarını kabul ettirip AB ye girmesi halinde Kıbrısa sürekli barış gelecekti. Fakat bunlar yapılmadı . İki halkı karmaşık koşullarda birleştirme çalışmaları sürmektedir.

KKTC'nin kuruluşu ve self determinasyon hakkı

Kıbrıs Türk Halkının hakları açısından KKTC nin kuruluşu önemli bir dönüm noktasıdır. Zürih ve Londra antlaşmaları ile self determinasyon hakkını kazanan, 1959 da ayrı seçimlerle bu hakkı kullanan, 1975 federe devlet referandumu ile bir kez daha kullanan Kıbrıs Türk Halkı, 1985 referandumu ile üçüncü kez kullanmış ve kendi geleceğini belirlemiştir. Böylece Kıbrıs sorunu yasal açıdan çözülmüştür. Bu noktadan sonra artık KKTC nin tanınması, Kuzey ve Güney arasında bir anlaşmaya varılması söz konusu olabilirdi. Halbuki Kıbrıs'taki gelişmeler çok farklı yöne gitmiştir.

1983- 2004 dönemi ve self determinasyon hakkı

1983 ile 2004 yılları arasında KKTC nin kökleşip güçlendiğini ve bağımsız diğer devletlerden hiç farkı kalmadığını görüyoruz. Ancak KKTC gücünü artırırken Rum soğuk savaşı da etkisini artırdı ve bilinç dünyasına egemen oldu. Yabancı diplomatlar "ne yapsak da bu iki halkı birleştirsek, ayrı kalmaları kabul edilemez" diye çare aramaya başladılar. "İki halk, iki ayrı devlet" formülünü benimsemenin çözüm karşıtı olmakla aynı anlamına geldiğini söylüyor ve Türk tarafı ile Türkiyeye baskı yaparak Kıbrıs sorununu çözmek istiyorlardı. Kıbrıslı Türkler arasında Rum görüşü olan "tek halk" görüşünü benimseyenleri onore edip yere göğe sığdıramıyorlardı.

Annan Planı ve self determinasyon hakkı

2004 yılında Annan Planı ayrı referandumlarla iki halkın onayına sunuldu. Planının self determinasyon hakkı açısından biri olumlu, diğeri olumsuz iki yönü vardır. Olumlu yönü iki ayrı referandum yapılması ve Kıbrısta iki halk olduğunun bir kez daha teyit edilmesidir. Olumsuz yönü ise milli Rum idealleri doğrultusunda iki halkı birleştirme amacını taşıyan bir plan olmasıdır.

Bu tür bir olayda iki halk arasında sınıf farkı oluşmasını önlemek için ekonomik tedbirler alınması gerekir. Fakat Annan Planı bunu yapmayarak Kıbrıs Türklerini Rumlara hizmet veren bir ekonomik konumda tutmak istemiştir. Kıbrısta barış en önemli konu olduğu ve bunun için bireyler arasındaki anlaşmazlıkları önceden çözüp potansiyel kavgaları ortadan kaldırmak gerektiği halde bunu da yapmayarak hemen herkesi Mahkemelere düşürüp kavga ettirecek bir düzenleme getirmiştir.

Annan Planı referandumu esnasında Kıbrısa yabancı gözlemcilerle bilim adamları akın etti. Onlarla konuşup tartıştığım zaman planın uygulanması halinde sınırsız anlaşmazlık çıkıp barışın tehlikeye gireceğini, Kıbrıs Türklerinin zengin Rumlara hizmet veren fakir bir azınlık haline geleceğini öğrendim. Bunun haksızlık olduğunu söylediğim zaman uzmanların yanıtı şöyle oldu: "Biz ne yapabiliriz. Kıbrıs Türkleri buna razı ise bizim yapılabileceğimiz bir şey yok."

Annan Planı Rum görüşü doğrultusunda hazırlanmış olmasına rağmen Rumlar tarafından reddedildi. Çünkü Rum Yönetimi Planın çatışmalara ve hatta savaşlara neden olabileceğini görüyordu. Büyük olasılıkla o koşullarda kavgayı göze alamayarak Rum halkına hayır demesi çağrısı yaptı.

Annan raporu ve self determinasyon hakkı

Annan planı referandumundan sonra Annan ın hazırlayıp Güvenlik Konseyine sunduğu raporun iki önemli özelliği vardır. Rapor bir taraftan Kıbrıs Türklerine yapılan ekonomik izolasyonun haksızlığını vurguladı ve izolasyonların kaldırılması gereğine değindi. Diğer taraftan Kıbrıs Türklerinin referandumda evet demesinin ayrı devlet istemedikleri anlamına geldiğini belirtti. Güvenlik Konseyinin onaylamadığı bu rapor bir çok kişi tarafından olumlu karşılanmıştır. Acaba self determinasyon hakkı açısından raporun olumlu olduğunu kabul etmek mümkün mü?

Rumlar planı reddettiklerine göre KKTC nin tanınması yolunun açılması ve Kıbrıstaki eşitsizliğin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Halbuki rapor bunun tam tersini yapmış ve bu yolu kapatmaya çalışmıştır. Rapor karşısında Kıbrıs Türklerinin "Ayrı devlet kurmaktan vazgeçmiş değiliz. Yaptığınız yorum hatalıdır" diye açıklama yapması gerekiyordu değil mi?. Maalesef bu yapılmadı ve sessiz kalınarak dünyaya Kıbrıs Türk Halkının self determinasyon hakkından vazgeçtiği ve azınlık olmaya razı olduğu mesajı verildi.

İzolasyonların kaldırılması ve self determinasyon hakkı

Annan raporunda yer alan Kıbrıs Türklerinin üzerindeki izolasyonların kaldırılması çağrısını kimse dikkate almadı. Buna paralel olarak evet oyu verilmesi için AB ile ABD nin verdiği sözler de yerine getirilmedi. Kuşku yok ki bu devletler samimi ve kararlı olsalar sözlerinde duracaklardı. Ancak hukuk açısından ortada bir sorun olduğunu da kabul etmemiz gerekir. Kıbrıs Türklerinin verdiği tavizler bir taraftan sempati ve destek kazanmalarını sağlarken diğer taraftan zemin kaybetmelerine neden oluyor ve onları haklarını elde edemeyecek bir statüye koyuyordu.

Uluslar arası hukukun devletlere tanıdığı haklar bellidir. Tanınmamış devletlerin de ne gibi haklara sahip olabileceğini belirleyebiliriz. Örneğin geçmişte Çine şimdi Tayvana verilen hakların bize de verilmesini isteyebiliriz. Ancak sorun bizim Çin veya Tayvan gibi hareket etmemiş olmamızdır. Çünkü bu devletler hiçbir zaman tanınmak istemediklerini açıklamış, azınlık olmaya razı olmuş veya başka bir devletle birleşmeye çalışmış değildir. Bizim yaptığımız açıklamaları inceleyen uluslar arası hukukçular bizim tanınmamış devletlerden de farklı olduğumuz, çünkü devletimizden vazgeçtiğimiz ve azınlık olmaya razı olduğumuz yorumunu yapmaktadırlar. O zaman dünyada diğer azınlıklara ne gibi haklar veriliyorsa bize de o haklar verilecek değil mi?

Kıbrıs Türkleri self determinasyon hakkından vazgeçtiklerini ve azınlık olmaya razı olduklarını ifade ettikleri anda yabancı diplomatlardan büyük alkış almakta ve kendilerine diğer ödüllerin yanı sıra izolasyonların kalkacağı vaadi verilmektedir. Birçok kişi bunun büyük bir başarı olduğuna inanmaktadır. Buna rağmen beklentiler yerine gelmiyor. Çünkü daha sonra o ülkelerin hukukçuları devreye girerek "Kıbrıs Türkleri self determinasyon hakkından vazgeçtiğine göre azınlık olmaya razıdırlar. Onlara azınlıklara tanınan hakları verebiliriz. Daha fazlasını değil" diyorlar.

2004 sonrası gerçekleşen müzakereler ve self determinasyon hakkı

Annan planından sonra gerçekleşen müzakereleri hukuk açısından incelediğimiz zaman yukarıdaki tabloya benzer bir durumla karşılaşırız. Uzlaşmaz görünmemek için eşit devlet hakkımızdan vazgeçtiğimizi ifade edip, tüm dünyadan büyük alkış alıyoruz. Ancak bunu yaparken statümüzü yitirdiğimiz için bu alkışların bize bir yararı olmuyor.

Uyguladığımız bu hatalı yöntem bizi Annan Planından da daha gerilere götürmüş ve en önemli hakkımız olan self determinasyon hakkımızdan eser kalmamıştır.

Müzakerelerde anlaşmaya varılan hususları birlikte gözden geçirerek self determinasyon hakkımızı yitirip yitirmediğimize bakalım.

a) Müzakerelerde "tek halk, tek devlet, tek egemenlik" konusunda anlaşmaya varılmıştır. Bu yazı dizisini ilk bölümlerinde gördüğümüz gibi Kıbrıs Türk Halkının self determinasyon hakkı Kıbrısta iki halk olmasına bağlıdır. Bu durumda üzerinde anlaşılan ilke Kıbrıs Türklerinin self determinasyon hakkı olmadığı anlamına gelmez mi?

b) Müzakerelerde karma seçim yapılması önerilmiştir. Yukarıda görüldüğü gibi self determinasyon hakkımız olduğunu 1960 Anayasasında bulunan ayrı seçim ilkesi sayesinde kanıtlıyorduk. Karma seçim önerisi self determinasyon hakkından vazgeçtiğimizi göstermez mi?

c) Müzakerelerde ayrılma hakkı olmaması konusunda anlaşmaya varılmıştır. Halbuki self determinasyon hakkının en önemli özelliklerinden biri ayrılma hakkının bulunmasıdır. İki ayrı bölgede yaşaması öngörülen iki halkın bir anlaşmazlık halinde ayrılamaması için hiçbir neden yoktur. Çekoslavakyada olduğu gibi bu hakkın Anayasanın önde gelen maddeleri arasında yer alması ve ihtiyaç duyulması halinde kullanılabilmesi gerekir. Ayrılma hakkından vazgeçilmesi halinde self determinasyon hakkının varlığından söz etmek mümkün olabilir mi?

d) AB devletlerin katıldığı bir birliktir. Rum Yönetimi 2004 yılında AB ye girerken KKTC topraklarını da kendi toprağı olarak AB ye katmıştır. Toprakları başka bir devletin kararı ile AB ye giren ve buna itiraz etmeyen bir halkın self determinasyon hakkı olabilir mi? Böyle bir halkın azınlıktan başka statü kazanması mümkün olabilir mi?

Bu listeyi daha da uzatmak mümkündür. Ancak buna gerek yoktur. Çünkü yukarıda belirtilenlerden sonra dünyada hiçbir hukukçu self determinasyon hakkımız olduğunu kabul etmeyecektir.

Self determinasyon hakkını yitirince Kıbrıs Türk Halkının statüsü ne olacak? Sanırım bu soruya zorlanmadan "halk" statüsünü yitirecek ve "azınlık" haline gelecek yanıtını verebiliriz. Kıbrısta çözümden yana olanların görüşleri izlendiği zaman Kıbrıs Türk Halkının özel haklara sahip kendine özgü bir azınlık haline geleceğini söyleyebiliriz. Acaba böyle bir çözüm Kıbrısa barış ve huzur getirebilecek mi? Bir hukukçu bu soruya yanıt verebilmek için dünyadaki emsallere bakma gereği duyar. Bunu yaptığım zaman olumlu bir yanıt verme olanağı bulamıyorum. Çünkü dünyada Kıbrıs Türk halkının durumunda olup uzun süre bağımsız kaldıktan sonra devletini yitiren ve huzur içinde yaşayan bir halk göremiyorum.

Bu konuda daha fazla gözlem yapıp karar verme sizlere kalıyor.

SON

Taner Erginel'in bu konuda yazdığı diğer 4 yazıya aşağıdaki linklerden ulaşabilirsiniz..

Kıbrıs Türklerinin self determinasyon (kendi geleceğini belirleme) hakkı var mı?(1)

Kıbrıs Türklerinin self determinasyon (kendi geleceğini belirleme) hakkı var mı?(2)

Kıbrıs Türklerinin self determinasyon (kendi geleceğini belirleme) hakkı var mı?(3)

Kıbrıs Türklerinin self determinasyon (kendi geleceğini belirleme) hakkı var mı?(4)


#mesajınızvar
Levent ÖZADAM'dan
#mesajınızvar
Gözden Kaçmadı
#gozdenkacmadi

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için

Yorumlar

Dikkat!
Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.